23 Aralık 2011 Cuma

Sık sorulmayan bir soru...

METİN MÜNİR

Sık sorulması gereken ama hemen hemen hiç sorulmayan sorulardan biri şudur:
Neden bakanlıkların ve diğer devlet kuruluşlarının internet sitelerinde halkın merak ettiği sorulara cevap verebilecek hemen hemen hiç bilgi yok?

Sağlık Bakanlığı’nın sitesindeki Sık Sorulan’ları tıkladığınızda karşınıza bir tek kelime çıkıyor: Prosedürler...

Bunu tıkladığınızda birtakım ürünlerle ilgili ithalat ve izin prosedürleri başlıklarını görüyorsunuz.

Sitede geçen cuma günü yapılan kolesterol ilaçları açıklaması bile yok.

Bakanlık son günlerde yoğun olarak tartışılan bu konuyu görüşmek üzere “uzman bilim adamlarından teşekkül” eden bir komisyon toplamıştı. Nedense, alınan kararı sitesine koymaya üşendi.

Aslında koysa da halkın işine yaramayacaktı. Çünkü, açıklama, halka değil endüstriye ve tıp âlemine yönelikti. Ve mesajı, özetle şu idi: Aynen devam.

Açıklama “Bilinen kalp ve damar hastalığı olmayan fakat kolesterol yüksekliği bulunan kişilerde kolesterol ilaçlarının nasıl kullanılacağı, kılavuzlarında açıkça belirtilmiştir” diyor.

Hangi kılavuzlarda ve bu kılavuzlar ne öneriyor? Nasıl kullanılacak bu ilaçlar?

Bu soruların cevabı nerede? Yok. Oysa olması lazım. Çünkü kolesterol ilacı kullananların dörtte üçü kalp ve damar hastası olmayanlardır. Ve tartışma bunların etrafında dönmektedir. 30-80 yaş arası kalp hastalarının kolesterol düşürücü ilaç almasına pek karşı çıkan yok.

Hasta olmayanların kolesterol hapı olmasının önemli ekonomik sonuçları da var. Devlet en büyük ilaç satın alıcısıdır ve kolesterol ağının büyütülmesinin faturasını o ödeyecektir. Açıklamanın bu boyutu ilaç şirketlerini mutlu edecektir.

Açıklama bir de kolesterol ilacıyla “...tedavi kararını ancak hastayı tanıyan ve sağlık durumunu bilen hekimlerimiz verebilirler” diyor.

Bu hükümetin pederşahi felsefesine uygundur ama modern tıbba ters düşmektedir. Hekimler hastaya (eğer kolesterolü yüksek kişiye hasta denebilirse) ilacın fayda ve zararlarını anlatmalı. Tavsiyede bulunmalı. Ama nihai kararı hasta ile beraber almalı hatta kararı ona bırakmalıdır. Çünkü: Kolesterolü yüksek olup da kalp ve damar hastası olmayanların sürekli kolesterol ilacı almaları ileride oluşabilecek hastalıkları önlemeyebilir. Bu konudaki bilimsel veriler kesin değildir. Tartışmalıdır.

Türkiye’de halkın sağlık konusunda aklının karışık olması normaldir. Çünkü bu karışıklığı yatıştıracak kuruluşlar yok. Ne bakanlık, ne tıp meslek dernekleri halka kolay, anlaşılabilir, tarafsız, sağlıklı bilgi vermiyor.

ABD’de ve Avrupa Birliği’nde sağlık konusunda aklınıza gelebilecek her konuda bilgi edinebileceğiniz güvenli kamu kuruluşları var. Bu tür bilgi kaynakları önemlidir çünkü herkes biraz kendi doktoru olmak zorundadır.

Bizde sağlıklı bilgi boşluğunu doldurmak kolay olmayacak çünkü kuruluşlarımızda halka bu tür bilgileri vermek için ne bir eğilim var ne de bilgi birikimi.

Ne de bu tür bilgilerin yayılmasından hoşlanmayan uluslararası ilaç şirketlerinin etkisine karşı direnç.

22 Aralık 2011 Perşembe

Hamilelere antidepresan skandalı

METİN MÜNİR

Geçenlerde televizyonda, çoğu psikiyatrist bir panelin antidepresan ilaç kullanımı konusundaki tartışmasını izledim.

Akıllara durgunluk veren birçok iddia duydum. Bunların arasında en korkuncu şuydu:
“Antidepresanlar hamilelikte en güvenilir ilaçlardan biridir.”

Bu, herhalde, antidepresanlarla ilgili söylenebilecek en yanlış şeylerden biridir.

Çünkü:
Hamilelikte alınan antidepresanların bebeklerde tehlikeli sağlık sorunları doğurabileceği tartışmasız bir gerçektir.

Önce, İngiliz Ulusal Klinik Mükemmeliyet Enstitüsü’nün (NICE) bu konuda söylediklerine kulak verelim. Konusunda dünyanın en saygın örgütlerinden biri olduğu için NICE’ı seçtim.

NICE, hamilelere, antidepresan kullanımının “riskleri konusunda birçok bilinmezin bulunduğunun” söylenmesini talep ediyor.

“Antidepresanların ne kadar emniyetli oldukları konusunun iyi anlaşılamamış olduğunun akılda tutulması gerektiğini” belirtiyor.

Hamilelikte antidepresan almanın bebeklerde sağlık sorunlarına yol açabileceğine uyarıyor. Bazı ilaçların bebeklerde beyin kanamasına neden olacak kadar zararlı olduğunu bildiriyor. Diğer risklerin de ne olabileceğini sıralıyor. (http://guidance.nice.org.uk/CG45/NICEGuidance/pdf/English)

Dünyanın iyi hastaneleri arasında kabul edilen Mayo Clinic, sitesinde “Gebelik sırasında antidepresan almak bebekte sağlık sorunları yaratabilir” uyarısında bulunuyor.

Teker teker antidepresan ilaçlarının adını veriyor ve bunların her birinin bebekte hangi hastalıklara yol açabileceğini listeliyor. Bebekte kalp bozukluğu dahil birçok ciddi araza yol açabilecek Paroxetine (Paxil) adlı ilacın gebelikte alınmamasını tavsiye ediyor. (http://www.mayoclinic.com/health/antidepressants/DN00007)

Uyarı bayrağını çekenlerden bir başkası Amerikan Gıda ve İlaç Ajansı FDA.

FDA’ye göre, hamileliğin üçüncü yarısının son bölümlerinde alınan bazı antidepresan ilaçlar yeni doğan çocuklarda “ciddi sağlık sorunlarına” yol açabilir. Bunlar arasında solunum, uyku ve beslenme problemleri, bir tür şeker hastalığı ve diğer komplikasyonlar var.

Bütün bunlar ağır depresyon hastası olan kadınların hamile olmaması veya hamilelik esnasında depresyon ilacı almaması gerektiği anlamına gelmiyor. Bu kadınların konuyu iyi bir doktorla konuşması gerektiği anlamına geliyor.

Antidepresan ilaçların verebileceği zarar eşit değildir. Bazılarının kesinlikle kullanılmaması gerekir.

Diğerleri, daha hafif olduğu için zorunlu hallerde, doktor gözetiminde kullanılabilir.

Hem NICE hem de Mayo Clinic’in verdiği bilgilerden çıkan sonuç budur.

“Antidepresan ilacı kullananların (yan etkiler konusunda) müsterih olması gerekir” tespiti bahsettiğim televizyon programında dillendirilen bir başka akıl almaz yanlıştır.

Depresyona karşı kullanılan ilaçlarının uzun vadeli etkilerinin ne olabileceği meçhuldür. Bu ilaçlarının hepsinin, ağır olabilecek yan etkileri vardır.

Antidepresan ilaç kullananlara, yan etkileri konusunda müsterih olun demek, idam mangasının önünde duran adama “müsterih ol, kurşun mideni bozmayacak” demeye benzer.

Bu kadar yanlış ve tehlikeli önerileri popüler bir televizyon programında yapabilecek akademisyenler olması büyük bir şanssızlıktır.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Psikiyatride hastalık tacirliği

METİN MÜNİR

Psikiyatrinin kutsal kitabı Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından hazırlanan Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı’dır.

Kısa adı DSM olan bu kitap, hangi hallerin ruh ve akıl hastalığı olduğunu, nelere bakılarak teşhis edileceklerini yazar.

Türk psikiyatristleri kitabın Türkçe tercümesini kullanıyor.

Bu kitabın sorunu bilimden çok edebiyat olmasıdır.

Akıl ve ruh hastalıklarının neden meydana geldiği, neredeyse bir yüzyıldır yapılan binlerce bilimsel araştırmaya rağmen, kesinlikle bilinmemektedir.

“Hastalık denildiğinde herkesin aklına açık biyolojik temeli olan belirtiler yekunu gelir” diye yazıyor Amerikan Psikiyatrist Daniel Carlat “Unhinged” adlı yeni kitabında. “Psikiyatrik hastalıklarda durum benzer ama değişiktir. Belirtiler yekunu vardır ama açık bir biyolojik neden yoktur.”

Bu hastalıkları tespit edecek nörobiyolojik veya herhangi başka bir test de yoktur. Bu eksiklik tıbbın diğer dalları ile psikiyatri arasındaki en büyük farktır.

DSM Amerikan Psikiyatri Derneği’nin bu farkı ortadan kaldırma gayretidir. Ama bu başarısızdır çünkü bilime değil komite kararlarına dayanıyor.

Dernek değişik komiteler kurmakta, bunlar da neyin hastalık olduğunu, nasıl tanınacağını oylama yöntemi ile tespit etmektedir. Ve her toplandıklarında hastalık sayısını artırmaktadır.

DSM Bir 1952’de yayımlandığında ihtiva ettiği akıl bozukluğu sayısı 130 idi. DSM İki, 1968’de, (homoseksüelliği de içine alarak) sayıyı 182’ye çıkardı. Sayı 1980’de 265’e, 2000’de 365’e çıktı.

Bu işin o kadar da ciddi yapıldığını sanmayın. Carlat bu komitelerde çalışmış birine depresyon tanısı koymak için neden beş kriter tespit edilmiş olduğunu sormuş.

“Neden beş de dört değil? Veya altı?” Cevap: “Dört sanki yetersizmiş gibi geldi. Altı ise biraz fazla olacaktı.”

Geçtiğimiz 60 yılda başka hiçbir hastalık kategorisinde psikiyatrideki kadar artış olmadı. DSM’de neredeyse herkes için bir hastalık var.

Ama psikiyatrik hastalıklardaki bu artışın arkasında eşit derecede büyük bilimsel bir ilerleme yoktur.

“Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı bir durumu tanımlar. Ama bu tanım bir tasvirdir, nerdeyse hikâye tarzında edebiyattır, sağlam bilim değildir” diyor İngiliz doktor Des Spence (BMJ 2011;343:d7244)

Buna paralel en beter bir gelişme hastaların çevrelerinden ve hayat hikâyelerinden soyutlanarak neredeyse tamamen ilaçla tedavi edilir hale sokulmalarıdır. Var olmanın gerçekleri ilaçla tedavi hastalık yapıldı.

Bu değişimde ilaç endüstrinin ve psikiyatrinin bu endüstri ile sıkı fıkı ilişki içinde olmasının büyük rolü var. Bütün tıp dalları içinde psikiyatri ilaç endüstrisi ile en yakın ilişki içinde olanıdır.

DSM’leri hazırlayanların hemen hemen hepsi şu veya bu nam altında ilaç endüstrisinden büyük paralar alıyor.

Bu ilişkiler psikiyatriyi “hastalık tacirliği” ithamlarına maruz bırakıyor. Hastalık tacirliği ilaç pazarını büyütmek amacıyla hastalıkların tanımını genişletmek, ilaç tellallığı yapmaktır.

Yiğit Bulut’un geçen akşamki programında bir psikiyatristin, yüzünde tebessüm, “(antidepresan) kullananların müsterih olması gerekir” diyebilmesini belki bu tellallık çerçevesinde anlamak gerek.

15 Aralık 2011 Perşembe

Bakanlık kolesterolde hiperaktif (Hiperativitede yavaş)

METİN MÜNİR

Sağlık Bakanlığı çocuklara dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için verilen tartışmalı ilaçları görüşmek için bir alt komisyon kurdu.

Aradan üç aydan fazla zaman geçti. Hâlâ ortada bir karar yok.

Ama kolesterol düşürücü ilaçlar için kurduğu komisyon bir günde toplandı ve karar aldı.

Toplantı geçen pazartesi günü yapıldı. O gün akşam olduğunda eczacılık genel müdürü, cebinde hazırlanan açıklama, bakanı görmeye gidiyordu.

Birincideki yavaşlıkla ikincideki süratin nedenini, bence, rant ve lobicilikte aramak lazım.

Geçen sene 1,8 milyon kutuya yakın kolesterol ve trigliserid düzenleyici ilaç satıldı. Pazar büyüklüğü 300 milyon dolar civarında idi.

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun tedavisindeki ilaç pazarı nispeten daha küçüktür: 2010’da 610 bin kutu, 18 milyon dolar.

Rakamları karşılaştırınca, uluslararası ilaç şirketlerinin ve destekledikleri yerli meslek kuruluşlarının hangi sahada daha fazla adale göstereceğini tahmin etmek zor değil.

Bakanlık ilaç konusu gündeme geldiğinde Bilim Kurulu’na başvuruyor. Bilim Kurulu’nun listesinde hemen hemen hepsi akademisyen 500 kişinin ismi var. Uzmanlık konusuna göre listeden isimler davet edilip komisyonlar kuruluyor.

Üyelerinin isimleri, kimin başkanlığında toplandıkları, eğer varsa toplantı kuralları, nelerin nasıl tartışıldığı, hatta aldığı kararlar kamuoyu için meçhul. Sağlık Bakanlığı sitesindeki arama motoruna “Bilim Kurulu” yazarsanız karşınıza hiçbir şey çıkmaz.

Bir amaca özel, geçici, toplantıları birkaç saat süren böyle ad hoc komitelerle sağlıklı karar almak zordur. Böyle kararları, malumun teyidinden başka bir şey olmaz.

Göreceksiniz, hem kolesterol hem de dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ilaçları konusunda açıklanacak kararlar eğer açıklanırlarsa ilaç lobisinin istediği şekilde olacak.

Tıp ve ilaçta doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmek sanıldığından çok zordur. Doktorlar dâhil, birçok kişinin doğru kabul ettiği birçok şeyin bilimsel kanıtı zayıftır.

Gene dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ilaçlarına döneceğim.

“Çocuklarda psikiyatrik ilaçların uzun dönem etkisinin ne olduğuna dair bilgimiz kıttır. Titreme, kemik hasarı, üretkenlikte zaaf, obesite ve kalp krizi, diyabet ve felç riskinde artış anti psikotik ilaçların yan etkilerinden bazılarıdır. Kalbe zarar verebilir, gelişimi engelleyebilir. Depresyon ilaçları çocuklarda intihar riskini artırabilir. 
Peki bu ilaçlar işe yarıyor mu? Yaradığına dair elimizde bulunan kanıtlar kıttır ve çoğunlukla cesaret kırıcıdır. 
Birçok hasta, yıllardır psikiyatrik ilaçların daha çok zarar verdiğini, doktorların sandığından az etkinliğe sahip olduğunu savunuyor. Gitgide artan oranda bu hastaların haklı olduğu görülüyor. Eğer psikiyatri rasyonel olduğu iddiasını sürdürmek istiyorsa, çocuklar dâhil hastaları sadece ilaçla uyuşturmaktan vazgeçmeli, seslerine de kulak vermeye başlamalıdır.”

Yukarıdaki alıntı, kelimesi kelimesine, dünyanın etkin bilimsel tıp dergisi Lancet’tendir (Başyazı, Yıl 2008, Sayı 1194).
Sadece bu, Sağlık Bakanlığı’nın, uluslararası ilaç şirketlerinin ve tıp loncalarının açtığı patikalarda yürümekten vazgeçmesi için yeterli bir uyarıdır.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Hiperaktivite konusunda Sağlık Bakanlığı’ndan medet ummayın

METİN MÜNİR

Üç ay kadar önce çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu konusunda bir dizi yazı yazdım.(*)

İlaç konusunda en sağlıklı istatistiklere sahip olan IMS’in verileri, Türkiye’de bu durumlar için reçete edilen ilaçlarda büyük artışlar olduğunu gösteriyordu. En popüler üç ilacın satışı, son üç yılda yüzde 51 artmış, geçen sene 610 bin kutuyu geçmişti.

Büyük bir olasılıkla, bunun nedeni, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun artmış olması değildi. Teşhisin artmış olması, tedavi yöntemleri arasında ilacın ön sıraya çıkması idi. İlaçların ağır yan etkileri vardı ve uzun dönem kullanımda ne gibi sonuçlara yol açabileceği bilinmiyordu.

Bu yazılar üzerine Sağlık Bakanlığı Eczacılık Genel Müdürlüğü durumu incelemek üzere bir alt komisyon kuracağını açıkladı.

Bugün size “Bu komisyondan bir şey beklemeyin” demek istiyorum. Nedeni basit: Komisyonda sadece psikiyatristler var.

Hastalık olduğu bile tartışmalı olan dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için ilaçları reçete edenler psikiyatristlerdir. Bu ilaçların kullanımında son yıllarda meydana gelen rekor büyümeyi yaratan da psikiyatristlerdir. Bunun nedeni dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun beyindeki kimyevi dengesizliklerden kaynaklandığı, ilaçla tedavi edilebilir olduğu inancının Türk psikiyatri camiasında baskın olmasıdır.

Psikiyatristlerden kaynaklanan bir sorunun sadece psikiyatristlerden kurulu bir komisyon tarafından bertaraf edilemeyeceği açıktır.

Böyle bir komisyonun etkin olması için mensupları arasında eğitimci, sosyolog, pedagog, psikolog, ilaçsız tedavi uzmanları, ebeveyn temsilcilerinin de bulunması gerekir. Çünkü ancak birçok disiplinin bir araya gelmesiyle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna çare bulunabilir.

Bu yöntem Sağlık Bakanlığı’na göre değil. Bakanlık, ruh ve akıl hastalıkları ve bunların ilaçla tedavisi konusunda, uluslararası ilaç şirketlerinden ve psikiyatristlerden farklı düşünmüyor. Onlar gibi, bu hastalıkların, diğer hastalıklar gibi ilaçla tedavisine inanıyor. Şeker hastaları için insülin ne ise dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için Ritalin veya Concerta odur, diye düşünüyor.

Bu görüşün doğru olduğu tartışmalıdır.

Ruh ve akıl hastalıkları konusunda sayısız biyolojik ve genetik teori var. Bunların biyolojik kaynağını bulmak üzere sonsuz miktarda araştırma parası harcandı. Ama nerdeyse yüz yıldır bunu kanıtlayacak kesin bir bulgu elde edilemedi. Genlerin ruh ve akıl hastalıklarının meydana gelmesinde etkin olduğuna dair kanaat da yaygındır. Ama bu da kanıtlanmış değildir. Ünlü psikiyatrist Sir Michael Rutter’in sözleri ile genler “ne psikolojik özellikler ne de akıl hastalıkları konusunda” karar verici değildir.

Buna rağmen akıl hastalıklarının ilaçla tedavisi Türkiye dahil bütün dünyada standart bir hale geldi. Bu uluslararası ilaç şirketlerinin ve dünya psikiyatristlerini etkisi altında bulunduran Amerikan Psikiyatri Derneği’nin elbirliği ile ortak çıkarlarını korumak için medyana getirdiği bir pazarlama faaliyetinin sonucudur. Bilimin değil. Özellikle çocuklar konusunda sakıncalıdır. Çocuklara verilen ilaçların çoğu sadece yetişkinler için büyükler için yaratılmış ve büyükler üzerinde denemiştir.

Sağlık Bakanlığı çıkar gruplarının baskısıyla değil çağdaş düşüncelerin etkisiyle hareket etmelidir. Her konuda rant odaklı düşünmek, her şeyde ithalatçı olmak, her şeyi Batı’dan kopyalamak zorunda değiliz.

* Yazıların hepsi burada okunabilir:
http://dikkatsiz.blogspot.com/

28 Ekim 2011 Cuma

Utangaçlık nasıl hastalık haline geldi

METİN MÜNİR

Dünyada üçüncü en sık rastlanan ruh hastalığı veya bozukluğu nedir biliyor musunuz?

Utangaçlık.

Ama psikiyatride ‘utangaçlığın’ adı utangaçlık değildir. ‘Sosyal Anksiete Bozukluğu’dur.

Bazılarına göre bu bozukluk anksiete olarak tarif edilen bozuk ruh halleri arasında en yaygın olanıdır. Bazılarına göre anksieteler arasında en az tedavi edilenidir.

Bazılarına göre ise uydurmadır. Bir mizacı, kişilik özelliğini doğal kabul etmek yerine hastalık olarak damgalamaktır.

Utangaçlığın resmen bir hastalık olarak psikiyatriye giriş tarihi 1980’dir. Salgın haline gelmesi ise 1999’da, bir ilaç şirketinin reklam kampanyası ile başladı.

Çok uluslu ilaç şirketleri, devasa kârlarının büyük bir bölümünü pazar payı büyük, mahdut sayıda ilaçtan elde eder.

Şirketler piyasaya bu tür yeni ürün sürebilmek için sürekli uğraşı içindedirler. Ama blockbuster diye bilinen bu ilaçları keşfetmek kolay değildir.

Daha kolay olan yol, eldeki ilaçlar için yeni hastalıklar icat etmektir.

Bu ‘condition branding’ denilen bir yöntemle yapılır.

Büyük bir halkla ilişkiler kampanyasıyla, insanlar, önce, o güne kadar hayatın normal bir parçası sayılan bir durumun aslında hastalık olduğuna ikna edilir. Sonra reklam kampanyalarıyla hastalığı “tedavi” edecek ilaca sevk edilir.

1990’ların sonunda GlaxoSmithCline Paxil adlı ilacı için bunu yaptı.

Tabii ilaç utangaçlık için pazarlanacak olsa pek inandırıcı olmayacağı için Sosyal Anksiete Bozukluğu için çare olduğu söylendi.

Bir araştırmacıya göre şirketin halkla ilişkiler/ reklam kampanyasından önce Sosyal Anksiete Bozukluğu için medyada 50 civarında referans vardı. Kampanyadan sonra, referans sayısı milyonları aştı.

Aynı araştırmacıya göre, iki yıl geçmeden Paxil ABD’de satılan yedinci en kârlı ilaç oldu.

Bugün Sosyal Anksiete bozukluğundan sık sık “dünyada üçüncü en sık rastlanan ruh hastalığı” olarak bahsediliyor.*

Bu şekilde, biz dahil birçok kültürde iyi terbiye ve iffet alameti addedilen utangaçlık insanlığın yere ayak basmasından bu yana ihmal edilmiş bir bozukluk olarak hastalık fihristinde yerini aldı.

Ne olmuş oldu? Önce ilaç icat edildi, ardından hastalık.

Tabii Sosyal Anksiete Bozukluğu ABD’de kalmadı. Utangaçlık ilaçlarının piyasasını büyütmek için Türkiye dahil, dünyanın dört bir köşesine ihraç edildi: İthal hastalık, ithal ilaç, yerli doktor.

Aslında doktorların da ne kadar yerli olduğunu tartışabilirsiniz.

Psikiyatrinin Mekke’si ABD, peygamberi Amerikan Psikiyatri Derneği, kutsal kitabı da bu dernek tarafından yazılan Ruhsal Bozuklukların El Kitabı’dır. Bu kitap Türkçe dahil birçok dile çevrildi ve psikiyatristler tarafından tanı kitabı olarak kullanılıyor.

Hüzün, keder, yeis, yas ‘depresyon’ olur da dünyanın en yaygın “ruh hastalığı” haline gelirse, utangaçlık neden rahat bırakılsın?

İngilizce bilenler için:
Shyness: How Normal Behavior Became a Sickness (Utangaçlık: Normal Bir Davranış Nasıl Hastalık Haline Geldi) /Christopher Lane

5 Ekim 2011 Çarşamba

Hiperaktivite bozukluğu ilaçları yeni kaideye bağlanacak

METİN MÜNİR

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu için çocuklara ağır ilaçlar verilmesinin rekor boyutlara ulaştığı konusundaki yazılarım işe yaradı.

Sağlık Bakanlığı harekete geçiyor.

Sağlık Bakanlığı Eczacılık Genel Müdürü Saim Kerman dün beni arayıp psikolojik ilaçların ruhsatlandırılması ve kullanımı ile ilgili konuların yeniden ele alınacağını söyledi.

Kısa adı “Ana Komisyon” olan Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Danışma Komisyonu bugün (çarşamba) toplanacak ve genellikle psikiyatri ilaçlarının, özellikle çocuklara verilen ilaçların reçete edilme koşullarını gözden geçirmek üzere bir alt komisyon kuracak.

“Özellikle ilaçların çocuk dozu konusunda acaba hata ettik mi? Bu konuda uluslararası prospektüsleri yeniden gözden geçireceğiz” diye konuştu Kerman.

Kerman, komisyonda değişik görüşlerin temsil edilmesine itina göstereceğini söyledi.

Türkiye’de hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliğine psikiyatristlerin en sık yazdığı ilaçların satışında son üç yılda rekor bir artış meydana geldi.

En iyi satan ilaç olan Concerta satışları üç yıl öncesine kıyasla yüzde yüze yakın artarak 2010’da yaklaşık 250 bin kutu oldu. İkinci en çok satan ilaç olan Ritalin 225 bin kutu ile yüzde otuza yakın artış sağladı. Muhtemelen dünyada, bu ilaçların satışının, bu kadar kısa bir sürede, bu kadar hızlı arttığı bir başka ülke yoktur.

Oysa amfetamin benzeri bu ilaçların ağır yan etkileri var ve ne kadar tedavi edici oldukları tartışmalıdır.

ABD ve birçok Avrupa ülkesinde bu ilaçların altı yaş altı çocuklara verilmesi yasaktır. Bizde ise serbesttir ve anaokul çocuklarına bile verildiği biliniyor.

Türkiye’de de bu ilaçların belli bir yaşın altında kullanımı yasaklanmalıdır.

Ancak bu yeterli değildir. Bakanlık ayrıca, İngiltere’de olduğu gibi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu konusunda çocuklara ilaç vermenin ilk değil son çare olduğuna işaret etmelidir. Bunun için de ebeveynleri psikiyatriste değil psikoloğa müracaat etmeye teşvik etmelidir.

Psikiyatrist psikoloji eğitimi de almış tıp doktorudur ve psikolojik bozukluklar için ilaç yazmak eğilimindedir.

Psikolog ise ilaç yazamaz. Kendine müracaat edenleri konuşma yöntemi ile iyileştirmeye çalışır.

Psikologlar, birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de psikiyatristlerin ve ilaç şirketlerinin baskısı ile kenara itildi. Oysa psikolojinin temel unsuru ilaç değil konuşmadır.

Umarım Sağlık Bakanlığı büyük bir yara olan bu konuya geniş açıdan bakar ve Türk halkının başındaki en büyük belalardan biri olan psikolojik hastalıklar ve ilaçlar konusunda reform yapar.

Kerman faydaları şüpheli başka ilaçların da mercek altına alınacağını söyledi.
“Kanser ilaçlarında benzer bir durum söz konusu” dedi. “Bazı kanser ilaçlarının zarar/yarar oranı bir anlam ifade etmiyor.”

1 Ekim 2011 Cumartesi

Hiperaktivite: Şimdilik son yazı

METİN MÜNİR

Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği konusunda bir süreden beri yazdığım yazılara bugünden itibaren ara veriyorum.

Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği, kendisi tartışmalı olan psikiyatrinin en tartışmalı konularından biridir. Çünkü çocukları ilgilendiriyor. Bilim çevrelerinde hastalık olup olmadığı sorgulanıyor. Tedavisi çoğunlukla ağır yan etkileri olan ilaçlarla yapılıyor.

Sınırları belli değil: Yaramazlık veya başka nedenleri hiperaktivite diye tarif edilen şeyden ayırmak zor.

Bir örnek vermek gerekirse, kısa bir süre önce Amerikan Aile Terapisi dergisinde yayımlanan yeni bir araştırmaya göre ABD’de yanlış teşhis konan ve amfetamin benzeri ilaçlar verilen çocukların sayısı milyonları buluyor.

New England Çocuk Psikolojisi Merkezi ve Rhode Island Koleji Özel Eğitim Departmanı tarafından ortaklaşa yapılan bir araştırmaya göre “ADHD (hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği) ilacıyla tedavi edilen beş milyon çocuğun çoğuna düzensiz yatma saatlerinin neden olduğu sahte-ADHD teşhisi konmuş olabilir.”

Türkiye’de kaç çocuğa hangi nedenlerle yanlış teşhis kondu, Allah bilir. Bu konuda, bırakın araştırma yapmayı, istatistik bile tutulmuyor.

En büyük sorunlardan biri “gerçek” hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliğini “sahte”den ayıracak röntgen, kan tahlili, MR, beyin taraması gibi tıbbi yöntemlerin olmamasıdır.

Bu yazıları yazmaktaki amacım pek tartışılmayan, hatta tabu sayılan bu konuyu tartışmaya açmaktı.

Başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim. Gazeteler konuyu yok saymaya devam etti. Sağlık Bakanlığı, ısrarlı aramalarıma rağmen, konuşmadı. Psikiyatristlerden bir sürü düzeysiz mail aldım. Türkiye Psikiyatri Derneği’nin hücumuna uğradım.

Konu “beni tartışın” diye bağırıyor, oysa. Yazılarıma aldığım tepkilerden anlıyorum bunu. Çocuklara musallat olan bu belanın hem ebeveynler hem de bazı doktorlar için büyük bir dert olduğu çok açık. Ne yapacağı konusunda şaşkın birçok anne baba var.

Sağlık Bakanlığı onlara rehber olmayacak.

Batı ülkelerinde, bakanlıkların açtığı, halka yol göstermeyi amaçlayan birçok internet sitesi var. Bizde Sağlık Bakanlığı bu konulara uzak. Adeta “Başınızın çaresine bakın” diyor.

Tıpta doktorlarla ilaç şirketleri arasında, bu ikisinin çıkarlarını halkın önünde tutan güçlü bir koalisyon var.

Bu koalisyon hiçbir alanda psikiyatride olduğu kadar güçlü değildir. Çünkü psikiyatri tıp meslekleri arasında bilimsel temeli en zayıf olandır ve varlığını gerekçelendirmek için diğer mesleklerden çok ilaç şirketlerine ihtiyacı var.

Bu koalisyonun görünmez bir parçası yönetimlerdir. Politikacılar ve bürokrasiler de ilaç şirketlerinden nemalanıyor. Bu yüzden onlar da kendi çıkarlarını halkın çıkarlarının önüne koyuyorlar.

“İlaç endüstrisi ...hekimlerin reçete yazması üzerinde... ciddi etki gücüne sahiptir” diye yazdı Türkiye Psikiyatri Derneği Dış İlişkiler Sekreteri Dr. Halis Ulaş. “Hekimler ve ilaç endüstrisi arasındaki para ilişkisinin mutlaka çok kontrollü bir şekilde denetiminin yapılması gerekmektedir.”

Bunu Sağlık Bakanı’nın yapmayacağına emin olabilirisiniz. O bakanlığın kuruluş yasasını değiştirip Teftiş Kurulu Başkanlığı kaldırılmak ve müfettişleri araştırmacı ünvanıyla başka görevlere atamak peşinde.

Bunu yaparken büyük ilaç ve medikal firmalarını memnun etmekten başka nedenleri varsa öğrenmek isterim.



OKUYUCU MEKTUPLARI

Gerçekten cok haklısınız ama bu konuda kimse birşey yapmıyor.
Oğlum 5,5 yaşından bu yana yüzme sporu ile uğraşıyor. İzmir'de kaç tane yüzme havuzu var? Sayısı 2-3 ü geçmez.. Ege Universitesinde yüzme hayatı başladı sonrasında kulüp değiştirmek zorunda kaldık. Şu an neredeyse tüm İzmir'in kullandığı Alsancak Yüzme havuzunda antreman yapıyorlar. Sıkışıklığı siz düşünün.
İş adamları derneklerine, bazı büyük şirketlere İzmir'e bir havuz yaptırılması için ya da bu cocuklara sponsor olunması için mailler attım. Ama inanın hiç cevap alamadım.
Sonra da kalkıp acaba neden sporda bu ülke başarı elde edemiyor diyoruz.
Ne yeterli düzeyde eğitici var , eğiticiyi bulsanız havuz yok..
Sonucun illa şampiyonluk olması gerekmiyor belki ancak artık belli yerlere gelinmesi gerekiyor.
Turkiye'de milli takıma girmiş cocukların, uluslararası yarışlardaki dereceleri hep son beşte kalıyor.(istinalar hariç)
Hadi bu sorunu hallettik diyelim, bu çocuklar aynı zamanda okulda da basarılı olmak zorundalar.. Çünkü Türkiye koşullarında baska çareleri yok.
Bu konuya gercekten el atılmalı ama kim nasıl başaracak inanın bilemiyorum.
Meral Demir
***
Hiperaktivite ile ilgili yazılarınız
Hiperaktivite ile ilgili yazılarınızdan dün akşam annem sayesinde haberim oldu. Bugün geriye dönük olarak hepsini okudum. İnanın size sonsuz hak veriyorum.
Benim iki çocuğum var, ikincisi kız ve aşırı aktif bir çocuk. Yerinde duramıyor, kendini oyalamak için bir sürü şey bulmasına rağmen hemen sıkılıyor, devamlı farklı farklı uğraşlar istiyor, bunlara ulaşamayınca da bütün gün sıkıntıdan yemek yiyor, yedikçe kilo alıp agresifleşiyordu. Ben çalışan bir anne olduğum için onu bütün gün oyalama imkanına sahip değilim. Aşırı enerjisi olduğu için kolay kolay yorulmuyor ve geceleri de uyku sorunları yaşıyordu. Kızımı doktora götürmeyi çok düşündüm fakat doğruyu söylemek gerekirse cesaret edemedim, herhangi bir sorunu ona kondurmadım da. Üç yıldır işim gereği yurtdışındayım, buz patenini sevdiği için öncelikle kızımı bu spora başlattım, onu oyalayabilmek birazda yorabilmek için. Önce haftada 1 saat ile başladı. Allahtan yetenekli de bir çocuk, başarılı olduğu için ertesi sene bulunduğu grubu yükselttiler ve haftada üç gün ve toplam 5-6 saat paten kaymaya başladı. İnanırmısınız, daha rahat ders çalışmaya başladı. Haftada 5-6 saat sporun okul başarısını ters etkileyebileceği düşünülebilir, ancak benim kızımın başarısı arttı ve notları yükseldi. Yarışmalara katıldı, 1. ve 2. likler aldı, kendine güveni geldi.
İnternette, hazır gıda ve içeceklerdeki katkı maddelerinin hiper aktivite yaptığını okumuştum, eve aldığım hazır meyvesuyu ve sair içecek ve gıda maddelerini olabildiğince azalttım. Kendim kek, kurabiye, börek yapmayı tercih etmeye başladım.
Kızım spor ve hazır yiyecek-içeceklerin azaltılması sayesinde kilo verdi, psikolojik olarak rahatladı, agresifliği azaldı ve artık arkadaş gibi konuşulabiliyor. Bu sene kendi isteği ile jimnastiğe de yazıldı. Hem paten hem jimnastik yapıyor.
Bulunduğum ülkede şunu görüyorum, çocuklar için her çeşit aktivite var, her çocuk, haftada 1-2 saat bile olsa bir aktivite yapıyor. Bu aktiviteler nedir derseniz? Her nevi spor dalından tutun da, dans, resim, tiyatro vs. aktiviteler. Ayrıca, parklar ve havuzlar var, hafta sonları ve tatillerde aileler çocukları en az bir saat açık havaya çıkartıp, parklarda oynamasını sağlıyor. Her mevsimde, yaz olsun kış olsun fark etmiyor, yağmur dahi yağsa mutlaka dışarı çıkartıp parka götürüyorlar, açık hava da oynamasını veya gezinmesini sağlıyorlar.
Kendi ülkemize bakıyorum, bizde ise alışveriş merkezlerine gidiyor herkes. Kapalı, bol ışıklı, fazla miktarda uyaran bulunan havasız mekanlar.
Sonrada çocuğum hiperaktif ve dikkat sorunu var diyoruz. Bu sorun zaten son dönemlerde çok moda. Hangi arkadaşımla görüşsem çocuğunda hiperaktivite ve dikkat sorunu var maalesef.
Uzun yazdım kusura bakmayın. Daha yazabileceğim çok şey var.
Gökşen Acar
***
Concerta
Sizi tanımam, takip etmem ama hafta sonu gezetede okuduğum yazınız. Bu mesajı atmama vesile oldu. Efendim hiperaktivite abartılıyor, lüzumsuzca herkeze tanı konuyor, ilaç kullandırılıyor diye yazmışsınız.
Bilmiyorum bu konuya merakınız nasıl başladı, sanırım bir psikiatr tanıdığınızla sohpet sonrası bu durum gelişti. Ancak bu konu çok hasas, sizin gibi büyük bir gazetede yazan bir yazar bu konuda daha dikkatli olmalı. Her meslekte, her konuda, her işte, herşeyde, tabii ilaç ve tanı konusunda da zaman zaman bazı modalar oluyordur, Concerta da da olmuş olabilir....Ancak devlet zaten yeterince bu konuda kontrollü; Kırmızı reçete, çocuk psikiatri heyet raporu, ilacın eczanaden temini oldukça kontrollü.....
Sorun, hastalık moda oldu herkeze tanı konup tedavi başlanıyor sorunu değil mi?
Evet bu konuda akademisyen ve çocuk psikiatristlerine görev düşüyor.
Niye kamuoyu yaratmaya çalışıyorsunuz , anlamıyorum.
Maalesef ülkemizin temel sorunu , herkesin, herşeyi bilip, her konuda yorum yapması , ahkam kesmesi,
Hayatı boyunca gazetelerin sağlık köşesini bile okumayan biri, alır yakının kırık bacak filmini yorum yapar.,
İnşattan anlamayan bir meslek gurubu, hadi o da doktor olsun, çok okumuş olmanın özgüveni ile binanın, temeli ve inşaasıyla ilgili yorum yapar,
Herkes hergün ülkeyi kurtarır.
Hele bunlar bir de kendi işlerini adam gibi yapmayı öğrenseler hiç gam yemeyeceğim....
Benim 2 çocuğum, kardeşimin 2 çocuğu dikkat dağınıklığı, özgül öğrenme bozukuluğu ve hiperaktivite sendromu tanılı. Bir hekim olarak çocuklarımda sorun yaşayıp, aylar yıllar boyu kabus yaşadıktan sonra, oğlumun çocuk psikiatrisi tarafından dikkat dağınıklığı, özgül öğrenme bozukuluğu ve hiperaktivite sendromu tanısı almasıyla bu hastalıkla tanıştım. Sonra kızım ilk okula başladı, sorunlar yaşamaya başladık. kabus dolu bir okul dönemi...
Hastalığını bilmeme rağmen ısrarla doktora götürmedim. Direndim, tüm öğrendiğim psikolojik destekleri uyguladım.... ama olmadı... Kendiyle konuşsanız büyük insan zekası olduğu hissedersiniz, ama kızımın sınıfında tüm çocuklar aralık sonunda okumayı öğrenmesi rağmen sömestre başlarken kızım alfebenin 5/10 seviyesinde harf okuyabiliyordu. Sömestr de hemen çocuk psikiatrrisine onu da götürdük. Concerta başlandı. ve ders çalıştırdık. 2. döneme tüm hafrleri öğrenmiş olarak başladı.
Dikkat dağınıklığı, özgül öğrenme bozukuluğu ve hiperaktivite sendromu çok zor, kötü bir rahatsızlık, lütfen kalemi elinize alıp, bu hastalara ve yakınlara zarar verebilecek şeyler yazmayın.
Allah kimsenin başına ÖÖBDDH hastası bir çocuk vermesin. Bizi anlayamadığınızı biliyorum ama lütfen hastalara ve hasta yakınlarına zara verecek şeyler yazmayın.
Dr. Ahmet Köroğlu
***
Olmadı, sayın Münir
Psikolog deyip psikiyatriyi kastedeceksiniz. Sonra da en karmaşık konuda yorum yapacaksınız. Ben sizi okuyarak yazan yazarlar kategorisinde goruyorum. Fakat bu konuda “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar” gibi davrandınız.
salih zoroglu
***
“Herkes matematik öğrenebilir”
Eğitimle ilgili yazıları dikkatle izliyorum. Eğitimle ilgili sorunları dile getirdiğiniziçin çok teşekkür edrim. Çok önemli konulara dikkatleri çekmişsiniz. Bu konularda Farkındalık yaratılabilirse çözümler de üretilebilir. Yanlış uygulamalar doğru sanıldığından sorunlar çiğ gibi büyüyor. ''İşkenceye dayanma eşiği " çoktan aşıldı. Çok sayıda öğrenci gereksiz baskılar yüzünden tedavi(?) görüyor.
Öğretimde karşılaşılan sorunların aşilabilmesi için zihinsel becerilerin öğrenmeyi kolaylaştıracak düzeye çıkarılması gerekir. "Herkes matematik öğrenemez" çok yanlış  bir sanıdır. Herkes matematik öğrenebilir.
Sebahattin Dilaver
***
ÇOCUĞUM İLAÇ İLE DÜZELDİ
Merhaba Metin Bey,
Ben ne Dr, ne pir psikolg, ne de bir sifaciyim. Sadece yıllarca DEHB ile mücadele eden bir anneyim. Gecmise baktığımda oğlumun neredeyse doğduğu andan itibaren diger cocuklardan farkli oldugunu hatırlıyorum.Uykuları duzensiz, asiri hareketli ve istahsiz bir çocuktu. Arkadaşlık kurmak, bir oyuna odaklanmak diye bir olayı yoktu. Normal cocuklar hani annelerinden bir kac adım atar sonra anneleri nerede diye bakar annelerinden fazla uzaklaşmaz ya bizimki tam tersi gördüğü her seyin pesinden gider, arkasına bile bakmaz, diger cocuklar kova ve kürekleri ile oynarken o onde ben arkada ona yetişmeye çalışarak kostururuduk.oysa yaşadığımız yer yeşillik,bir site icinde cevresinde cocuk parkı ve bir sürü yaşıtı cocuk olan bir yerdi. Fakat okula başlayana kadar bu sekilde devam etti. Ayrica istahsizligi daha dogrusu yemek yememesi daha da arttı. Yemeğini masanın basına oturup yiyemiyordu, çünkü sürekli kalkıp dolaşıyordu, bu nedenle biz yedirmeye çalışıyorduk fakat o farkında bile olmuyordu saga sola amacsizca kosusturdugu icin, bazen de yanağının icinde tutuyordu yudumunu ve o sekilde kosusturuyordu. Okula başlayana kadar bir gün bile bir oyuncağı ile oynamadı, sadece icerde ve disarda amacsizca kosusturuyor, yuksek yerlere tırmanmaya çalışıyor, tehlikeli vs.olan seyreden sakınmayı ogrenemiyordu. Neredeyse bütün aile bir yana, hatta tum akrabalar seferber olduk aman basına bir sey gelmesin diye. Bu arada 5 yasından itibaren kreşe de başladı ama orada da durum ayniydi. Yine oyunlara ve faaliyetlere katılmıyor, amacsizca diger cocukların etrafında kosusturup duruyordu. Nihayet oğlumuz okula başladı. Fakat daha ilk günden itibaren şikayetler de başladı.Sınıfta asla yerinde oturmuyor,derslere katılmıyor,arkadslarina vuruyor, gerek sınıfın icinde gerek teneffüslerde amacsizca dolaşıyor, ne ders ne teneffüs zili çalmış haberi bile yok. Bir gün okula gittiğimde gördüğüm manzarayı hic unutamayacagim. Teneffüste gitmiştim okula, baktım oğlum yine kosusturup dürüyor ama arkadaşlık da kurmak istiyor ama kimse onunla oynamıyor. O da yerden kucuk taslar alıp cocukların uzerine attı, cocuklar da kızıp onu kovalamaya başladılar yakalasalar cok kotu dövecekler belli. Ama benim oğlum onlardan kaçarken o kadar mutlu ki, onların dikkatini boyle de olsa çekebildi diye ve ne pahasına olursa olsun iletişim kurmak istiyor. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Zaten öğretmenler, veliler ve bence en önemlisi sinif arkadaşlarından sikayetler ayyuka da çıkmıştı ki okulumuz gayet guzel ve öğretmenlerimiz de cok anlayışliydi ki bu kadar yıl sonunda söyleyebilirim velilerden de cok destek gördüm. Sunu da paylaşmadan edemeyeceğim okulda, disarda, akrabalar, komşulardan gelen şikayetleri duydukca bir kutu zehir alıp hem kendime hem cocuğuma versem birlikte sonsuz bir uykuya dalsam hic uyanmasam derken buldum kendimi bir gün. O güne kadar sonsuz sabır göstermiş bir kisi olarak yemin ederim korktum kendimden. O donemde de Prof.Dr.Mücahit Öztürk gelmişti sehrimize konferans icin, ilk defa o zaman duydum DEHB i , sanki benim oğlumu anlatıyordu. Özellikle yemek yeme sekli, yudumunu yanağının iç kısmına sıkıştırmasının dikkatini yemek yerken bile toplayamamasi oldugunu öğrendiğimde hayretler icinde kaldım. Soluğu Dr.un yanında aldım. Bu arada yaşadığım sehirde gitmediğim psikolog, pedagog, gelişim uzmanı vs. kalmamıştı. Söyledikleri her şeyi harfiyen uygulamama rağmen bir adım bile yol alamamıştım. Herneyse Mücahit Bey ile görüştüm ve DEHB teşhisi konuldu. İlac, terapi, bire bir calisma hepsini uyguladım. Oğlumda muthis bir ilerleme oldu, ders başarısı ve uyumu arttı. Fakat ben internetteki yazılardan etkilenip maalesef cocuğuma ilac vermekten vazgeçtim. Bu arada tabi ki hersey yine eski haline dondü. Bu olayı ilacsiz asmaya kararliydim. Spor iyi olur denildi baskete yazdırdım, baktım bir gün tum cocuklar oyuna odaklanmış bizimki sahanın cevresinde oyundan bihaber yine kosusturuyor, oyun gruplarına katılmasını sağladım bir gün bile oyuna odaklanmadı, duşunun oyundan zevk almayan bir cocuk hayal edebiliyor musunuz, fakat dikkatini veremiyor ki...Dışarıya çıkarıyordum oyun oynasın diye, bu arada yaşadığımız yer cocukların dışarıda oynayabileceği bir cok cocuğun olduğu güvenli ve uygun bir yer, bizimki iki dakika sonra sesleniyor anne su cocuk bana sunu dedi, yok boyle baktı vs., inip ben de izliyorum cocukların bir sey yaptıgı yok bizimki her sözü ve tavrı farklı algılıyor, aslında o oynamak da istemiyor, ama bıraktığımda yine tehlikeli yerlere tırmanıyor, amacsizca kosusturuyor vs. Bu süreç ozellile benim icin cok yıpratıcı olduğu ve herseyden kendimi suçlamaya başladığım icin psikolojim iyice bozuldu. Geceleri uyku uyuyamaz, gündüz hic bir seyden zevk alamaz bir hale geldim. Kulağım telefonda acaba bugün ne şikayet gelecek diye kalp carpintilari icinde beklemek ve ağlamak tum günlerim boyle geçmeye başladı. En kötüsü de hani her anne baba düşünür ya hani cocuğum büyüyecek, guzel bir meslek sahibi olacak, evlenecek, mutlu bir yuva kuracak. Fakat ben acaba oğlum basına bir sey gelmeden büyüyebilecek mi, büyüyünce nasıl bir insan olacak, ya da bana bir sey olursa ona kim bakacak, kim tahammül edebilecek. Yani duşunun umutları bile olmayan bir insan icin yarın ya da bir sonraki gün ne ifade edebilir ki... baktım bu boyle olmayacak, tekrar ilaca başladık, ben de psikiyatriden yardım aldım. Fakat bu sırada cocuk 4. Sınıfa başlamıştı. Zararın nersinden dönülse kardir denilerek tedavimize başladık. Öncelikle ilaca ek olarak birebir calisma, plan ve programlı calisma, okulla işbirliği vs. Tum bunlara da ağırlık verdik ki bunları daha once de yapıyorduk. Fakat ilac almadan odaklanamadigi icin hic bir anlamı olmuyordu. Bu arada oğlumun dersleri de bayağı iyi oldu, meger aslında zekası oldukca yükselmiş onu öğrendik, fakat dikkat olmadıgı icin zekasını da kullanamiyormuş. İlac dikkatini normal hale getirince gercek karakteri de ortay çıktı. Meger oğlum ne kadar zeki, saygılı, duygusal ve yaratıcı imiş. Su an Lise 1. Sınıfa gidiyor. Üstelik okulda ilk yirminin icine girerek Anadolu lisesi kazandı. Bu da sevindirici ama benim icin en önemlisi oğlum bu gecen 5 yılı, yani ilkokul 4. Sınıftan itibaren arkadaşları ile uyumlu, hobileri olan okulda ve disarda, aile cevresinde sevilen her seyden öte mutlu bir cocuk olarak geçirdi. Simdi geceleri uyuyabiliyorum çünkü ben artik gelecekten umutlu bir anneyim. Saygı ve selamlarimla....
Gülcan CEYLAN

Not:
1-Doktorumuz bizi para yönünden hic sömürmedi, yılda bir kez görüştük onun disinda tel.ile her zaman ulaşabildik, hic bir zaman yardımını esirgemedi. Diger psikiyatrları bilmiyorum ben kendi Dr.umuzu biliyorum
2-ilacı 5 yıldır kullanıyoruz. Yaz tatillerinde kesiyoruz en kucuk bir bağımlılık belirtisi görmedim.
3-İstah kaybı ,uykusuzluk gibinizi etkiler beslenmeyi düzenleyerek, ilac alım saatini fazla geç saatlere bırakmadan da uykusuzlukla bas edilebiliyor, zaten bir sure sonra düzene giriyor.
***

30 Eylül 2011 Cuma

Hiperaktivite var, atlet yok

METİN MÜNİR

On bir yaşında, Lefkoşa’daki İngiliz Okulu’na girdiğimde sene 1955, ada bir İngiliz kolonisi idi.

İngiliz Okulu adanın en iyi lisesiydi. Sınavla öğrenci alan tek okuldu. Okul eğitime olduğu kadar spora da önem verirdi. Sabah ders, öğleden sonra, yaşa göre, üç-dört gün, bütün öğrencilerin katılmak zorunda olduğu spor vardı.

Öğrenciler girişte dört renge ayrılır ve kırmızı, lacivert, mavi ve kırmızı renkler altında, lig usulü, futbol, kriket, hokey ve atletizmin hemen hemen her dalında mücadele ederlerdi.

Geniş bir alana yayılan okulun, küçük bir stadyumu, dört futbol sahası vardı.
Hayatımda başıma gelen en iyi şeylerden biriydi o okulun sınavını, nasıl olduysa, kazanmak. Dürüstlüğün en iyi politika olduğunu, sporda katılmanın kazanmaktan önemli olduğunu, disiplinli çalışmayı, kitap sevgisini orada öğrendim.

O okuldan mezun olalı bu yıl tam elli yıl oldu.

Liseden sonra, üç-dört yıl dışında, bu elli yılın üç-dört yıl dışında tamamını Türkiye’de geçirdim. Ne İngiliz Okulu gibi spora önem veren, sahaları olan, bir tek okul gördüm. Ne üniversite.

Ama hükümetlerin, öncelikle rant için, milyonlar harcadığı çok aptal proje gördüm. Olimpiyatlarda madalya toplayan ülkeler lise ve üniversitelerinde spor tesisleri olan ülkelerdir. Türkiye’nin dünya çapında atleti yok denecek kadar azdır çünkü okullarında tesisleri yoktur.

Sağlık Bakanlığı iki milyondan fazla çocuk ve ergende “klinik düzeyde sorunlu davranış” var der ama yirmi tane dünya çapında atletim var diyemez.

Sigara içen liselilerin spor yapanlara oranını da bilemez.

Sağlık Araştırması 2008 sonuçlarına göre toplam nüfus içinde 0-6 yaş grubundaki çocukların oranı %12,6 yani dokuz küsur milyondur. Türkiye İstatistik Kurumu’ndan aldığım bilgiye göre 2008 Sağlık Araştırması yapılırken “Bu yaş grubundaki çocuklara psikolojik hastalıklar ile ilgili soru sorulmamış olup, bu konuda bilgi mevcut olmadığından verilememektedir.”

Bu da herhalde Bakanlığın hiperaktivite bozukluğu, dikkat eksikliği gibi konulara duyarlılığının bir göstergesi olsa gerek.

Yedi yıllık ömrü bu yıl cenaze ile sonuçlanan Formula 1 kimine göre 300, kimine göre 500 milyon dolara mal oldu. Birisinin sorması lazım. Bu paralarla kaç spor sahası olan okul yapılabilirdi, kaç yüzme havuzu, spor alanı?

Ülkemizde 0-14 yaş arasındaki çocuk ve ergenlerin sayısı 18,5 milyondur.
Şehirlerde ve kasabalarda para harcanırken hükümetlerin, belediyelerin dikkate almadığı insanlardır bunlar.

Prof. Dr. Turgay Biçer’in sözleri ile bunlar “Spor yapma ve hareket alanları yok edilen, sokakları elinden alınan, estetikten, sanattan yoksun yetiştirilen, anlamsız bir sürü dersle kafaları meşgul edilen” çocuklardır. “Hâlâ delirmiyorlarsa, bu bile bir kazanç sayılabilir.”

Çocuklarını iyi eğitmeyen milletlerin geri kaldığı tek yarış spor sahalarında yapılan değildir.

29 Eylül 2011 Perşembe

Dikkatli öğretmenlerin iyi bildiği şeyler

METİN MÜNİR

Hiperaktivite ve dikkat bozukluğu konusunda geçenlerde bir anaokul müdüresine geniş yer verdiğim için bazıları tarafından eleştirildim.

Sebep basitti. Öğretmenlerin gözlemleri önemlidir çünkü ebeveynlerden sonra çocuklarla en çok vakit geçirenler onlardır. Aynı çocuklarla aylar, bazen yıllar geçiriyorlar. Bu da onlara eşsiz bir perspektif veriyor.

Hiperaktivite ve dikkat bozukluğunu gerçekten anlamak isteyenlerin başlangıç noktalarından biri öğretmenler olmalıdır.

Bu nedenle bugün de köşemi Nazilli’de Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapmış olan Dilek Dede’ye ayırıyorum.

Biz büyükler çocuklarımızın farklı kişilik özellikleri ve yetenekleri olduğunu kabul etmiyoruz,” diyor Dilek Dede. “Ben matematiği seviyorsam o tarihi sevemez, mesela. Ben doktor olamadımsa onu doktor yapmalıyım, veya.
Durum böyle olunca da o hiperaktif denilen çocuklar matematik dersinde öğretmen tarafından zor zapt edilirken müzik dersinde bir melek kesilebiliyorlar pekala.
Bunu veliye söylediğinizde ‘Ben müziği ne yapayım’ diyor, ‘matematiği iyi olsa ya.’ Yani bütün anne babalar çocuklarının matematiği, fiziği, kimyası iyi olsun istiyor. Zeka dediğin matematikle olur, yani.
Yazarak iyi para kazanan insanlar var, mesela. Okulda matematiği, kimyası iyi olmayan insanlar. Ama bunu hiçbir anneye anlatamazsınız.
Yani kısaca çocuklarımızın ilgi alanlarını ve yeteneklerini, hangi zekâyı taşıdıklarını doğru gözlemlemeliyiz. O doğrultuda onlara yardımcı olmalıyız. Aksi halde bazı çocuklar, hiç mi hiç ilgilerini çekmeyen bazı derslerde, hiperaktif olmak durumunda kalırlar; bazıları da depresyona girer veya tembel teneke olmayı seçerler. Çünkü onların kendilerine yapılan bu işkenceye dayanma eşikleri yaşıtları kadar yüksek değildir.
Bir öğrenciye bütün pozitif bilimleri ve sanat dallarını (edebiyat, müzik, resim) hem de çok detaylı olarak öğretmeye kalkarsanız, ilgisini çekmeyen derslerde bunalan çocukların gösterdiği bir tepki biçimidir bence hiperaktiflik. Yani biz büyükler eğitim sistemimizde hatalar yapıyoruz bedeli çocuklar ödüyor o ilaç adı altındaki zehirleri içerek ve bazı kötü niyetli insanlara para kazanma yolu doğuyor böylece.
Velilerin yüzde doksan dokuzunun gözünde, inanın abartmıyorum, Türkçe ders bile değildir. “Canım çocuğumuz Türkçe bilmiyor mu ki zaten” derler, onun anadili Türkçe. Ama bilmezler ve asla kabul etmezler ki asıl önemli ders Türkçedir.
Türkçede binlerce sözcük var ama çocuğun anladığı sözcük sayısı yüz, iki yüzle falan sınırlı. Çocuk veya genç, sözcüklerin anlamını bilmeyince cümleleri anlamıyor; cümleleri tam anlayamayan çocuk konuları nasıl kavrasın? Bir şey anlamasalar da yine sınıflarda altı yedi saat iyi oturuyorlar.
Aslında çözüm basit: Küçükken çocuklara okuma sevgisi ve alışkanlığı kazandırılmalıdır. Böylece çocuğun sözcükleri çoğalır ve anlama gücü kuvvetlenir. Öğrenmeyi sevmeye başlar. Çünkü kısa sürede öğrenir ve böylece öğrenme işi sıkıcı olmaktan çıkar. Arta kalan zamanını sevdiği aktivitelerle geçirir. Başarılı ve mutlu bir çocuk olur. Aile de mutlu olur. Hiperaktiflik ilaçlarına gerek kalmaz.
Dikkatli öğretmenlerin çok iyi bildiği bir gerçek vardır. Bu gerçek şudur: Öyle sabah akşam ders çalışan, okuldaki yazılılardan sürekli fazla puan alan çocuklar değil, okuma alışkanlığı olan çocuklar daha yüksek puan alırlar SBS ve ÖSS’de."

28 Eylül 2011 Çarşamba

Sağlık Bakanlığı doğru saymasını biliyor mu?

METİN MÜNİR

Sağlık Bakanlığı birkaç ay önce 2011 -2023 yılları arasında uygulamaya konacak bir Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı açıkladı.

Bu plan pek yeni olmayan iki çalışmaya dayanıyor: 1996’da tamamlanan Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması, 2004’te yayınlanan, Hıfzıssıhha Mektebi’nin yaptığı Ulusal Hastalık Yükü Çalışması, Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması.

Bakanlık, bunlardan hareket ederek önemli bir sonuca varıyor: Çocuk ve ergenlerde klinik düzeyde sorunlu davranış oranı yüzde 11’dir.

“Bu bulgu tıpkı Batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de ruhsal hastalıkların yaygın olduğunu göstermektedir” diyor Eylem Planı.

Bir şeyi olduğundan hafif ifade etme konusunda yarışma olsaydı herhalde bu cümle birinci gelirdi.

Türkiye’nin nüfusu 74 milyondur.

Türkiye İstatistik Kurumu’na göre 0-14 yaşları arasındaki çocuklar toplam nüfusun dörtte biridir.

Buna göre iki milyondan fazla çocuk ve ergen “klinik derecede” ruh hastasıdır.
Bu sayının doğru olabileceğine inanmıyorum.

“Bu rakama, günde en az elli çocuğa vizit yapan otuz senelik bir çocuk hekimi olan ben değil, hiçbir pediatrist inanmaz” diyor, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları öğretim üyesi Prof. Dr. Zafer Kurugöl.

Psikolog İzzet Güllü de aynı fikirde: “Bu orana kesinlikle inanmıyorum. Eşyanın tabiatına, mevcut gözlem sonuçlarına ve dünyadaki bulgulara aykırı.”

Sağlık Bakanlığı’nın hesapladığı kadar çocuk klinik düzeyde ruh hastası ise, neredeler? Ve daha önemlisi, Sağlık Bakanlığı onlar için ne yapmakta?

Bu sorular bizi planının muhtemel rakam hatası dışındaki diğer büyük zaafı olan genellemelerden ibaret olmasına taşıyor.

Planda hiçbir hastalık veya bozukluk konusunda spesifik olarak ne yapılacağına dair bir şey yok.

İki haftadır üzerinde durmaya çalıştığım hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliğinin adı bile anılmıyor.

Oysa bu acil bir konudur.

Hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği için Türkiye’de psikiyatristlerin yazdığı ilaçlar dünyanın hiçbir yerine görülmeyen bir hızla artmaktadır.

Bu ilaçların tedavi edici özellikleri konusunda fikir birliği yoktur ama vahim yan sonuçları vardır.

“Büyümeyi engeller (çocuklar için büyümenin önemi tartışılamaz)“ diyor, Profesör Kurugöl. "Tiroid fonksiyonları ve prolaktin düzeylerine etki eder. Ama en önemlisi kalp üzerine olan olumsuz etkileridir. Bu nedenle, kullanan çocukların çok yakın izlemi gerekir. İlaç başlamadan tüm hastaları konsülte ediyoruz.”

ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA) Amfetamin benzeri bu ilaçları, alışkanlık yapma özelliklerinden dolayı kokain, afyon ve morfinle aynı sınıfa koyuyor.

Bu ilaçların uzun vadeli kullanımının çocuklara verebileceği olası zararlar konusunda da çok az şey bilinmektedir.

Sağlık Bakanlığı, dünyadan ve Türkiye’den yükselen seslere kulak vererek harekete geçmelidir.

Teşhis salgınını zapturapt altına almalıdır.

Concerta, Ritalin gibi ilaçlarının kullanımı sıkı kurallara bağlamalıdır.

En azından, İngiltere’de olduğu gibi, altı yaşından küçükler için tamamen yasaklamalı, altı yaşından büyükler için “son çare” haline getirilmelidir.

Ebeveynler ve çocuklar plan istemiyor, çözüm istiyor.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Patlayan hastalık değil teşhis ve ilaçtır

METİN MÜNİR

Türkiye’de hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliğine psikiyatristlerin en sık yazdığı ilaçların satışında son üç yılda rekor bir artış meydana geldi.

En iyi satan ilaç olan Concerta’dır. Bir tıp kuruluşundan aldığım rakamlara göre, Concerta satışları üç yıl öncesine kıyasla yüzde yüze yakın artarak 2010’da yaklaşık 250 bin kutu oldu.

Dünyada, bu ilacın satışının, bu kadar kısa bir sürede, bu kadar hızlı arttığı bir başka ülke olduğunu bilen varsa lütfen beni haberdar etsin.

Aynı dönemde, ikinci en çok satan ilaç olan Ritalin 225 bin kutu ile yüzde otuza yakın artış sağladı.

Neden meydana geldiği ne kamu ne de özel kurumlar tarafından araştırılmayan bu artışlar ürkütücüdür.

Çocukları bu ilaçlarla tedavi etmenin büyük riskleri var.

Bu ilaçların etkin hammaddesi olan metilfenidat bir merkezi sinir sistemi uyarıcısıdır ve amfetamine benzer.

Beyin üzerindeki etkisi kokain ile neredeyse aynıdır.

Farmakolojinin duayenlerinden Prof. Dr. Oğuz Kayaalp’in Tıbbi Farmakoloji kitabında kokain tipi bağımlılık ile amfetamin tipi bağımlılığın birbirine birçok yönden benzediği yazar.

Çocuk bu ilaçlara duyarlılık geliştirebilir, bu ise bağımlılığa yol açabilir.

Concerta’nın üreticisi olan Janssen “Birçok ülkede yaklaşık 50 yıldan beri güvenle kullanılan” ilacı için “güvenilirliği ve tolerabilitesi birçok klinik çalışma ile kanıtlanmıştır” diyor.(*)

Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği AİFD’e göre Türkiye’de son yıllarda her kalemde artan ilaç satışlarının nedeni sağlık reformu dolayısıyla hastaların doktora ve ilaca ulaşımının kolaylaşmasıdır. Bu görüşü paylaşan psikologlar da var.

Bir başka görüş ülkemizde hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliği vakıalarının patladığıdır.

Bence bu açıklamalar ilaç satışlarındaki patlamayı, en iyi halde, kısmen izah ediyor.

Birkaç haftadan beri psikiyatristlerden aldığım sıfatlarla amatör, cahil, aptal ve yaşlı bir gazeteci olarak görüşüm patlayanın bozukluk değil teşhis olduğudur.

Ne kadar sağlıklı olduğu tartışmalı.

Çoğu kısa zamanda ve yüzeysel bir muayene sonucunda konulan bu teşhislerin ne kadar sağlıklı olduğu da tartışmalıdır.

“Acilen bu hastalığın teşhisinin yeterli ve objektif biçimde yapılıp yapılmadığı, amfetamin türü ilaçların tedavide bu kadar yaygın kullanımlarının gerekip gerekmediği araştırılmalıdır” diyor Tıp Kurumu Genel Sekreteri Ali Rıza Üçer.

Araştırılması gereken bir başka konu ruh sağlığı alanındaki hizmetlerin neden psikiyatristlerin tekeline teslim edildiği, bu konuda önemli bir fonksiyonu olabilecek psikologların neredeyse tamamen yok sayıldığıdır.

Hiperaktivite ve dikkat bozukluğuna kural olarak ilaç odaklı olarak yaklaşılmasının önemli nedenlerinden biri budur.

Bu konunun ayrıntılarına ve Sağlık Bakanlığı’na düşen görevler konusuna gelecek hafta gireceğim.


OKUYUCU MEKTUPLARI VE CONCERTA İMALATÇISININ MEKTUBU

Sayın Metin Münir,
Gazetenizde 16 Eylül 2011 tarihinde yayınlanan ve Concerta® (metilfenidat) ve benzeri ilaçların çocuk hastalarda yanlış ve güvensiz kullanımına ilişkin iddialara yer veren “Çocuklara Kokain Benzeri İlaçlar Veriliyor” başlıklı köşe yazınızla ilgili; Concerta®’nın üreticisi ve ruhsat sahibi olarak, kurumsal sorumluluğumuz gereği, aşağıdaki hususları
değerlendirmelerinize sunmak isteriz.
Öncelikle tüm dünyada ve Türkiye’de, yasal ve ruhsatlı olarak satılan bu ilaç grubunu, yasadışı bir uyuşturucu madde statüsünde değerlendirmeniz bizi üzmüştür.
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), yaşam boyu görülebilen, yaşamın her döneminde kişiye, ailesine, çocuk ve gençlerin okul ve eğitim ortamına, erişkinlerin iş ve çalışma ortamına son derece olumsuz etkileri olan bir durumdur.1 Ana belirtileri dikkat dağınıklığı, hiperaktivite ve dürtüselliktir.2,3 DEHB nörobiyolojik bir hastalık olup dopamin ve noradrenalin eksikliği ile karakterizedir.2 DEHB olan çocukların beyin hacminde azalma, gelişiminde gerilik, beyin ve beyinciğin değişik bölgelerinde bozukluk, beyin kanlanması ve metabolizmasında anormallik saptanmıştır. 3
DEHB tedavi edilebilir. Tedavi edilmeyen DEHB’nin en önemli ve olumsuz sonuçları ise; hastanın yaşı ne olursa olsun öğrenme, eğitim, gelişim, üretkenlik, verimlilik, toplumda iyi bir yer edinme, iyi bir gelir sağlama gibi önemli alanlarda var olan potansiyellerini kullanamamaları, yaşıtlarından ve yaşam kalitesinde daha geride kalmalarıdır. 3
DEHB tanı ve tedavisindeki gelişmeler, kanıta dayalı değişik yönde araştırmalar, birçok ülkede DEHB tanı ve tedavi kılavuzları gelişiminde rol oynamıştır. 3

* National Institute of Health and Clinical Excellence (NICE) (2008)
* DEHB Türkiye Kılavuzu (2008)
* Amerikan Psikiyatri Birliği DEHB Uygulama Kılavuzu (2007)
* Avrupa Hiperaktivite Bozukluğu için Uygulama Kılavuzu (2004)
* Kanada DEHB Uygulama Kılavuzu (2006)
* Teksas Algoritması (2006)

Yukarıda yer alan tüm tedavi kılavuzlarında metilfenidatın da dahil olduğu stimulan grubu ilaçlar, DEHB’nin tedavisinde ilk seçenek olarak önerilmektedir. Hastanın tedaviye uyumunu arttırmak ve ilacın kötüye kullanımını engellemek için ise uzun etkili stimulanlar ön planda tutulmaktadır.4
Metilfenidat, uzun etkili bir stimulan olup etkinliği, güvenilirliği ve tolerabilitesi birçok klinik çalışma ile kanıtlanmıştır. Tüm bu çalışmalarda metilfenidat kullanımı ile DEHB’li bireylerin akademik ve sosyal işlevselliğinde bozulmaya yol açan, yaşam kalitesini düşüren dikkat dağınıklığı, hiperaktivite ve dürtüsellik belirtilerinde anlamlı düzelme saptanmıştır. DEHB’li çocuk, ergen ve erişkinlerin, ayrıca ailelerinin işlevselliklerinin anlamlı düzeyde arttığı gözlenmiştir. DEHB’li bireyler ve ailelerinin tedaviden memnuniyeti yüksek olmuştur. 5,6,7,8,9
Birçok ülkede yaklaşık 50 yıldan beri güvenle kullanılan metilfenidat ülkemizde de uzun ve kısa etkili formları ile etkinlik ve emniyetini kanıtlamıştır.
Janssen olarak temel görevimiz insan sağlığına hizmet ve hasta güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu doğrultuda da açıklamamızın kamuoyunun ve hastaların doğru bilgilenmesi doğrultusunda dikkate alınmasını diler, saygılarımızı sunarız.

Janssen Türkiye

Kaynakça:
1. Harpin, The effect of ADHD on the life of an individual, their family and community from preschool to adult life, Arch Dis Child 2005;90(Suppl I):i2–i7
2. Eyüp Sabri Ercan, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu. Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.AŞ, İstanbul.2008
3. Turgay A., Tedavi Edilmeyen Dikkat Eksikli¤i Hiperaktivite Bozuklu¤unun Bedeli, ve Tedavide Yenilikler.Türkiye Klinikleri Yay›n Seri No:108. Ankara 2009.
4. National Institute for Health and Clinical Excellence. NICE clinical guideline 72: Attention deficit hyperactivity disorder. Diagnosis and management of ADHD in children, young people and adults. Issue date: September 2008. http://www.nice.org.uk/nicemedia/pdf/CG072NiceGuidelineV2.pdf; eriflim tarihi 15.10.2009
5. Daughton JM, Kratochvil CJ. Review of ADHD pharmacotherapies: advantages, disadvantages, and clinical pearls. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 2009;48(3):240-8.
6. Alfred A, et al. Transitioning onto OROS methylphenidate is associated with improved functioning and quality of life in adolescents with ADHD. European Psychiatrists Association, 18th European Congress of Psychiatry, Munich, Germany, February 27 - March2, 2010.
7. Steele M, et al., Remission versus response as the goal of therapy in ADHD a new standard for the field, Clin Ther. 2006;28:1892-1908.
8. Gau S. S-F et al., An Open-Label, Randomized, Active-Controlled Equivalent Trial of Osmotic Release Oral System Methylphenidate in Children with ADHD in Taiwan, J Child Adolesc Psychopharm 2006;16(4):441-455.
9. Chou WJ, et al. Better efficacy for the osmotic release oral system methylphenidate among poor adherents to immediate-release methylphenidate in the Three ADHD subtypes. Psychiatry and Clinical Neurosciences 2009;63:167-175.

***

Hiperaktivite ve dikkat eksikliği yazısı hk. yardım
Sn. Münir Bey,
Geçen haftalarda hiperaktivite ve dikkat eksikliği ile ilgili yazmış olduğunuz yazıları büyük bir ilgiyle okudum. Benim 11 yaşında 6.sınıfa giden bir oğlum var. Kendisinin çok hareketli olmasından dolayı ( 6 yaşındayken) Ankara’da bir doktora götürerek gerçekten durumu nedir diye öğrenmeye çalıştım. Doktor muayenesinden sonra hiperaktivite ve dikkat eksikliğinin olduğunu söyleyerek Ritalin ve Concortte ilaçlarında içmesini söylemişti. Ritalin içme süresi 1 yıl sürmüştü. Daha sonra Concortte ilacına devam edildi. Fakat oğlum ilacı içmek istemediğini defalarca söyleyerek en sonunda bütün hapları çöpe atmıştı. Ben bu ilaçlarla uyuşuyorum. Ama öğretmeni sürekli ilacı içmesini istiyordu. Yoksa sınıfta baş edemiyorum diyordu. Ben hiçbir zaman istemeyerek ilaçları vermeye çalışıyordum. Şimdide çok hırçın bir çocuk oldu. Etrafa çabuk çatan ve kaba kuvvet kullanan biri oldu. Bu benim için çok üzücü bir durum.
Not: Bu arada anneannesi bakıyor ben çalıştığım için
M. B. A.

***

23 Eylül Tarihli Yazınız
Yazınızda ülkemizdeki akıl almaz bir sorunu ele aldınız. 2001 yılında yayınladığım "öğrenme stilleri" adlı kitapta hiperaktif sanılan çocukların aslında "kinestetik öğrenme stiline" sahip olduğunu bunun çok normal olduğunu sadece okuldaki eğitim anlayışımızı yaparak yaşayarak öğrenme yöntemiyle değiştirdiğimizde bu öğrencilerin son derece başarılı olduğunu anlattım ve neredeyse 13 yıldır dilim döndüğü kadar anlatıyorum.
Ancak bu işten büyük paralar kazanılıyor ve insanlar ilaç içirerek çocuklarını kurtarabileceklerini sanıyorlar. İlacın çocukların hatta yetişkinlerin dikkatlerini toplamada olağan üstü başarılı olduğu söyleniyor. Bu ilacı alan tanıdığım onlarca öğrenci var ama bu iddia hiç birinde ortaya çıkmıyor, hepsi adeda uyuşuk bir şekilde günü tamamlıyorlar. Hiç birinin başarısı artmıyor. Derslere katılımlarında gerileme var. Bu olayı savunanlar Einstein'in Edison'un hiperaktif olduklarını iddia ediyorlar ben de diyorum ki, ne Einstein ne de Edison ritalin aldı. Hepsi dahi oldular. O halde niçin çocuklarımıza ilaç veriyorsunuz, bırakın onlarda dahi olsunlar.
Alp Boydak

***

PSİKİYATRİ UZMANI DR: HASAN BELLİ'DEN
Sayın Münir,
Son yazınızı okuma şansım oldu. Uzmanlık gerektiren konularda, alan dışından kimse yorum veya eleştiri yapamaz gibi bir büyüklenmeci ruh hali içerisinde değilim. Bizler bilim engizisyonu değiliz. Elbette herkes fikrini, hükmünü söyleme özgürlüğüne sahiptir. Bizler çok zorlu bir tıp eğitiminin ardından, insanı tüketen bir uzmanlaşma sürecinden sonra bu alanda uzman hekim olabildik. Eski yıllarda psikiyatri bilimi daha çok yorumsamaya dayanan bir alandı. Ancak, özellikle son 20-30 yılda kanıta dayanan, pozitif bilimin felsefesine daha çok yaklaşan bir bilim alanı olmuştur. Psikiyatri alnında gerçekten çok kolay tanısı konabilecek bozukluklar varken (biz bozukluk tanımlamasını kullanırız) gerçekten tanısı çok daha güç konabilecek bozukluklar da mevcuttur. Bazı bozukluklar ilaçla tedaviye çok iyi cevap verebilirken, bazı bozukluklar da kısmen cevap verebildikleri gibi, bazı durumlarda hiç cevap vermezler. Bu durum tüm tıp dallarında böyledir. Bazen gerçekten yanlış tanılarda konabilir. Yazınızda üzerinde ağırlıklı olarak durduğunuz dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu(DEHB) da iyi incelenirse kolaylıkla tanı konabilecek ve tedavi edilebilecek bir durumdur. Bu bozukluğun da elbette benzeştiği başka psikiyatrik durumlarda mevcuttur. Ayrıca bazı DEHB vakaları hafif belirtilerden çok şiddetli belirtilere kadar değişik bir aralıkta yer alabilirler. Burada temel ölçüt, çocuğun yada ergenin okul ve sosyal-aile yaşantısında ciddi bozulmalara sebep olmasıdır. Elbette her hiperaktif çocuk tedavi edilmez. Yanlış tanı koymak, gereksiz tedaviler uygulamayı beraberinde getirebilir. Ama bu durum tüm tıp dalları için geçerlidir. Örneğin yerli yersiz antibiyotik kullanımının yol açtığı ciddi durumlar malumunuzdur. Bir kişiye rahatlıkla pek çok yanlış tanı konabilir. Yanlış yapabilmek, her meslekten insanın başına gelebilecek bir durumdur. Böyle bozuklukları hiç tedavi etmemek beraberinde çok daha vahim sonuçlara sebep olabilir. Eskiden depresyon tanısı daha az konurdu. Bunun en büyük sebebi bu bozukluğun bilinmemesi, insanların bu durumda yardım istemeye pek istekli olmamsından ileri gelmekteydi. Elbette antidepresan ilaçların tüketiminde ciddi oranlarda artışlar olmuştur. Bu oranın içerisinde gereksiz yere tüketim durumları da olmuştur. Ancak size şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim; hastalarımızın büyük bir kısmı bize hayır dualar etmektedirler. Bu durumun benzeri DEHB için de geçerlidir. Sizin bahsettiğiniz konular, psikiyatri çevrelerince yoğun olarak tartışılmıştır. İnanın halen de tüm yoğunluğu ile tartışılmaya devam etmektedir. Kar amacı güden uluslar arası ilaç şirketleri, kendi ilaçlarının daha çok kullanılması için yoğun bir çaba içerisindedirler. Bu sadece psikiyatri için geçerli değildir. Tüm branşlar için bir gerçekliktir. Ama inanın meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu propagandalarla değil, bilimsel verilerle hareket etmektedirler. Birisi çıkıp, ‘’bu kalp-damar hastalıkları alanında çok fazla anjiyo-grafik görüntüleme girişimleri ve invazif tedavi teknikleri uygulanmaktadır , bunlar artık yapılmamalıdır'' derse bu kadar gerçekçi bir yaklaşım olur? Eskiye göre bu oranlarda artış var diye bu işlemlerden uzak mı durulacak? Bu gün için en sağlıklı tanı ve tedavi yöntemleri bunlar. Belki bir gün gelecek; bu işlemler ve tedaviler gündemden düşecektir. Bilimin sunduğu yeni verilerin ışığında daha kullanışlı ve faydalı yöntem ve teknolojiler geliştirilecektir.

Sayın Münir, bu yazılarınız gerçekten dürüstçe ve hayatlarının pek çok alanından fedakarlık yaparak çalışan meslektaşlarımızı rencide etmektedir. Ayrıca, pek çok hastamızın tedavi olma sürecini olumsuz anlamda etkilemektedir. Sadece DEHB alanında değil pek çok alanda etkileri olmaktadır. Gazetenizin büyük etki alanı düşünüldüğünde bu durum çok üzücü hale gelmektedir. Ben DEHB konusunda çok fazla yoğunlaşmış, bilimsel araştırmalar yapmış bir hekim değilim. Bundan dolayı çok fazla yorum yapabilme hakkını kendimde göremiyorum. Bu ülkede dürüst, ciddi bilim namusuna sahip, çok değerli meslektaşlarımız mevcuttur. Bu alanda uluslar arası geçerliliğe sahip pek çok araştırmaya kaynaklık etmişlerdir. En azından , köşenizde bu insanların da görüşlerine yer vererek adaletli davranmış olursunuz. Bizler çok yoğun bir emek ve zihinsel üretim sürecinde olan insanlarız. Bunu elbette bilerek seçtik. Ama bu harcadığımız emeğe biraz saygı gösterilmesini istemek, en insani beklenti halidir.
Başlarda da belirttim; elbette bizler de eleştirileceğiz. Bizim hiçbir dokunulmazlığımız yoktur. Ama en adaletsiz mahkemelerde bile yargılananın görüşü alınır. Bu biraz gıyabında, söz hakkı verilmeden, yargısız infaz durumu olmuyor mu? Bizler bu kadar itibarsızlaştırılmayı hak ettik mi? Bizlere de söz hakkı vermek en azından demokratik bir tutum olacaktır. Şunu bilmenizi isterim; bizim tek amacımız insanlarımızın daha sağlıklı ve daha mutlu yaşamasıdır. Bunun için gerekli bilgi ve donanıma sahip olduğumuzu düşünüyorum. Bu donanım ve bilgiye çok zorlu ve kahır dolu bir süreci yaşayarak ulaştık. Böyle bir çırpıda bizleri itibarsızlaştırmaya çalışmak çok insafsızca bir tutumdur. Üstelik bu tutumlar ciddi halk sağlığı problemleri var edebilme potansiyeline de sahiptirler. Sizden anlayış beklemek en doğal insani ve mesleki hakkımızdır. Bu konuda hassas davranacağınızı ümit ediyorum.
Saygılarımla
Dr. Hasan Belli
Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Psikiyatri Kliniği.

***

Dikkat eksikliği ve hiperaktive
Metin Münir
Size ilk başta teşekkür ederek başlamak istiyorum, çoğu kişinin görmek istemediği kimi kişilerin görüpte göz yumduğu bir konuyu gündeme getirdiğiniz için; ben size kendi hikayemi anlatmak istiyorum.

iki kız annesi bir ev hanımıyım büyük kızım 19 küçük kızım 13 yaşında; büyük kızımın hiç bir sorun yaşamadan bebeklik, çocukluk ve ergenlik dönemini geçirdik, küçük kızım küçüklükten biraz fazla hareketliydi doktorların hiperaktif büyüklerimizin yaramaz dediği gibi ve o günlerde başladı sorunlarımız bir şeye kızdı mı istediği olmadı mı kafasını rasgele yere duvara denk gelen yere vuruyordu. Yaşı ilerledikçe ve okul başlayınca okuldaki başarı düşüklüğü, dikkatini toparlayamama, çabuk sıkılma, ısrarcı, çabuk sinirlenen, kavgaya hazır, etrafına hırçınlaşma gibi sorunlar çıktı. Geçen yıl 7 sınıfa devam ederken özel bir hastanenin broşüründe bir ilan gördüm sınav kaygısı, dikkat eksikliği ile ilgili testler yapıldığına dair bende büyük bir umut ışığı yakaladım düşüncesiyle kızımı buraya götürdüm psikiatri görüşmeden sonra psikolog tarafından testler yapıldı tek başına bir odaya alındı ve bir çok test doldurtuldu ve aynı anda çocuğumun içmesi için PROZAC adlı ağır bir ilaç verildi sabahları bir ölçek içilecek diye fakat ben her iki kızımın sınıfında bu tür ilaçları kullanan öğrenciler olduğunu bildiğim ve bunların hayatlarında nasıl bir uyuşukluk yarattığını bildiğim için ilaca başlamadım testlerin sonucunu bekledim çünkü ben kızımın sınıfta uyuşmuş uyuklayan hiç bir şey yapamıyan bir robot gibi getirilip götürülen bir çocuk olmasını istemedim. Bir hafta sonra test sonuçlarını almaya ve kontrole gittik dr. ilacın dozunu artırmak istedi ben ilaç kullandırmadığımı ve kullandırmayı da düşünmediğimi söyleyince bana biraz sert bir şekilde kızımın çok kötü durumda olduğunu tedavi ve yardım almazsa ileriki yaşlarda büyük sorunlar yaşıyacağımızı bu ilaçların birkaç yıl içinde yetmiyerek yanında başka ilaçlar kullanması gerektiğini bana anlattı oradan nasıl çıkıp eve geldiğimi bilemedim o an zannettim ki pimi çekilmiş bir el bomba gibi duran kızım bir anda patlayıp yok olacaktı o anki ruh halimle tanıdığım doktorlara danışmaya ve aynı anda ınt. araştırma yapmaya başladım ilaç kullanmadan kızımın sorununa çare aramaya başladım. Televizyonda ve bazı yazılı başında daha önce TANJU SÜRMELİ ile ilgili bilgiler okumuş ve seyretmiştim bu konuda temmuz ayı başında doktorumuzla görüşmelerimiz ve tedavimiz başladı. Küçük yaşta başına aldığı darbelerin buna sebeb olduğu anlaşıldı beyin elektrotlarındaki bozulmalar oluştuğu meydana çıktı. Size söyle son üç ayımızdaki değişikliği anlatayım kızım artık daha sakin isteklerde ısrarcı ve tutturma eğilimi hiç kalmadı üç ay boyunca 4 kitap okudu (bu sayıyı az bulmayın hiç okumazdı) sabırla 250-500-1000 lik olmak üzere üç puzzle bitirdi ve okullar yeni açılmasına rağmen çok istekli ve hevesli kendine güveni arttı. Tedavimiz daha devam ediyor ama bunu görmek bu sonuçları almak bile ailemiz için mutluluk verici oldu burdan doktorumuz TANJU SÜRMELİ ve ekibine çok teşekkür etmek istiyorum ve bu tedavinin devlet tarafından desdeklenip tüm yurda yayılmasını isterim. Çocuklarımızı ilaçlara teslim etmiyelim onlar yarınlarımız diyorsak zinde açık beyinlere ihtiyacımız var.
Öznur Kırımlı

***


HACI BEY SİZ NE MEZUNUSUNUZ, YOKSA HADSİZMİSİNİZ? 2 TOPLANTI KONFERANS ALSANA DOKTOR HEMDE ELEŞTİRMEN DOKTOR...
HACI BEY SİZ NE MEZUNUSUNUZ, YOKSA HADSİZMİSİNİZ? 2 TOPLANTI KONFERANS ALSANA DOKTOR HEMDE ELEŞTİRMEN DOKTOR...
SİZİN GİBİ CİDDEN OKUNDUĞUNDA BİRŞEY BİLMEDİĞİNİ HİSSETTİREN İNSANLAR BENCE ÇOK TEHKİLİ.....
SADECE BU KADAR DEMEK İSTİYORUM
Serhat Türkoğlu

***

Psikiyatri ve ilaç kullanımı üzerine
Sevgili Metin Bey,
Yazılarınızı takip etmeye uydurma psikiyatri hastalıkları yazınızın başlığı ilgimi çekince başladım. O yazıların tamamını keyifle okudum. Psikiyatristlerin rastgele, ötesini düşünmeden, sırf işin kolayına kaçmak için hastaya ilaç yüklemesi yaptığının canlı tanığıyım. Yanlış anlaşılmasın, antidepresan ya da benzeri ilaç kullanımı gereksizdir diyemem, bazı durumlarda ilaç takviyesi gerekebilir, o ayrı. Ama ülkemizde bunun suyu çıkarıldı. Yakın zamana kadar panik atakla boğuşmuş biriyim. 10 yıllık bir panik atak geçmişim vardı. İlk teşhis ÖSS öncesi kondu. Sonrasında da yaşadığım gerginliklere bağlı olarak azaldı-arttı ama hiç yakamı bırakmadı. Master yaptığım dönemde yaşadığım stres, diğer olumsuzluklar, işsizlik kaygısı falan derken tavan yaptı. Gitmediğim doktor kalmadı, yapılan tahlillerin, testlerin, çekilen röntgen, EKG vb sayısını hatırlamıyorum. Fiziksel hiçbir rahatsızlığım çıkmadı. Her seferinde psikiyatriye yönlendirdiler. 5 ayrı psikiyatrist dolaştım. İsim vermek istemiyorum ama aralarında çok tanınmş doktorlar vardı. Hepsinin özel muayenehanesine gittim, sırf rahatça derdimi anlatayım diye. Ayıptır söylemesi, 30 veya 45 dakika, hadi bilemediniz en fazla 1 saat süren o seanslara eşek yüküyle de para ödedim. Beni şöyle bir dinleyip seansın ilk 15 dakikası içinde ilaç yazdı hepsi de. Terapi, sorunun kökenine inme ve çözüm bulma hak getire. Çaresizlikten o ilaçları kullandım. İlk tanıştıklarım Xanax ve Prozac'tı. Xanax yeşil reçete ile verilen ve bağımlılık yapan bir ilaç. Psikiyatristim ataklarım devam ettikçe dozu arttırdı, bir ara günde üç kez 1 mg Xanax alıyordum ki bu 3 mg demek ve gerçekten yoğun bir miktar. Bir süre sonra ilaçsız duramaz hale geldim. Bunun üzerine doktor hemen ilacı kesmemi söyledi ve aniden bıraktırdı. Bu tarz ilaçların yavaş yavaş kesilmemesi gerekirmiş meğer. 3 mg alırken aniden kesince yoksunluk krizleri yaşamaya başladım. Titreyip tepiniyordum, çarpıntım vardı, yüz kaslarım istem dışı atıyordu, el ve ayaklarım uyuşuyordu, kaç kere geceyarısı acile gittim, ölüyorum zannederek...Prozac'ı 1 yılı aşkın süre kullandım, ilaç kullandığım halde ataklar sürüyordu, psikiyatristim ise ısrarla o ilacı yazıyordu, onun muadili olan diğer ilaçları ise sevmediğini söylüyordu. Farklı doktorlara da gittim, onlar da başka ilaçlar için benzer şeyleri söyledi. Hepsinin ısrarla yazdığı, bir türlü vazgeçmek istemediği bir ilacı vardı ne hikmetse, belki de bu o ilacı üreten firmanın kendisine sağladığı güzelliklerden kaynaklanıyordu, kimbilir:) Sonuçta hepsi sadece ilaç yazdı, seanslarda şikayetlerime göre ilacın dozu arttırıldı veya azaltıldı. Paxil, Lustral, Diazem, Xanax, Prozac, Remeron, Selectra, Rivotril, Desyrel gibi pek çok ilaç kullandım. Baktım olacak gibi değil, psikiyatrist yerine psikoloğa gitmeye karar verdim. Malum onların ilaç yazma yetkisi yok, beni mecbur dinleyecek, terapi uygulayacak dedim. Uzun araştırmalardan sonra bir psikolog buldum. 1 yılı aşkın süre görüştük. Bana yararlı olduğu için onun adını verebilirim: Psk. Doğan Demirkan Özdemir. Panik atağa neden olan etmenleri, geçmişimdeki olumsuzlukları uzun uzun irdeledik. Panik atağın geçmişte yaşanan olumsuzlukların getirdiği bir patlama olduğunu, temelinde pek çok farklı bileşenin olabileceğini, önlem alınmazsa da bir süre sonra kronikleştiğini de okuduğum kitaplardan öğrenmiştim. Doğan Bey, EMDR ve ALPHA-STIM diye iki farklı teknik uyguluyor. Eye Movement Desensitization and Reprocessing (EMDR) ilaç ve hipnoz kullanılmadan yapılan bir psikoterapi uygulaması. Türkiye'de maalesef çok yaygın değil. EMDR; endişe, panik atak, suçluluk duygusu, öfke, travma sonrası stres bozukluğu, bazı depresyon çeşitleri, fobi ve yas gibi rahatsızlık veren semptomların azaltılmasında, giderilmesinde kullanılıyor. Bunun yanı sıra; performans geliştirme, kendilik değeri ve özgüven kazanımında da uygulanıyor. Seans sırasında, bu teknik sayesinde geçmişte yaşanan ve belki de çoktan unuttuğunuz ya da hasır altı ettiğiniz olaylar tekrar su yüzüne çıkıyor, nasıl oluyor anlatması zor ama oluyor. Ve önce bunlarla yüzleşiyorsunuz, bu zorluyor insanı tabi, bazen olayları, seanstan sonra günler, hatta haftalar sonra bile o olayları yaşamaya devam edebiliyorsun, yeni ayrıntıları hatırlamalar, oldukça canlı rüyalar, gündeme gelebiliyor ama bunlar gerekli, sonra da yine aynı teknikle yavaş yavaş bunlara karşı duyarsızlaşıyorsunuz. Bu duyarsızlaşma sonucu artık size eskisi kadar acı vermiyorlar. Buna bağlı olarak da panik atak, fobi vb de kalmıyor. ALPHA-STIM ise bir cihaz. EMDR ile bağlantılı kullanılıyor. Vücuttaki dopomini arttırıyor. Kendini daha iyi hissetmeni sağlıyor. Hiçbir yan etkisi, zararı yok. Faydası ise çok. Dediğim gibi bu teknikleri ülkemizde uygulayan az. Yurtdışında ise giderek yaygınlaşıyor. Ben bu tedavi süreci içerisinde kullandığım tüm ilaçları bıraktım. Şimdi ilaç kullanmıyorum, panik ataktan eser kalmadı...Hala arasıra ya tekrarlarsa korkusu yaşasam da psikoloğumdan öğrendiğim rahatlama teknikleriyle kendime telkinde bulunup rahatlayabiliyorum... Önemli olan da bu zaten. Psikiyatristin görevi de sorunların kökenine inip onu silikleştirmek, olabiliyorsa da yok etmek olmalı... Tedavi dediğiniz de bu değil midir zaten... O psikiyatristlere döktüğüm paralara çok yanıyorum, ilaçla geçen günlerime üzülüyorum. Beni Xanax delisi yapan psikiyatrist ise Ankara'nın sayılı devlet hastanelerinden birinde görev yapıyor ve doçent olmuş, bir diğerinin adının başında Prof.Dr ünvanı var ve özel kliniğinde yarım saatçik dinleyip bir sürü para aldığı hastalarına (2009 yılının ocak ayında yarım saat için 300 TL alıyordu, şimdi ikiye katlamıştır muhtemelen) ilaç listesi veriyor...Bu durumun bir şekilde denetlenmesi gerekiyor ama nasıl bilmiyorum. Saygılarımla... Deniz Çantay

***

Psikiyatri
Metin bey kalp krizi geçirme rahatsızlığınızı yazdığınız tarihden beri sizi sürekli okurum, araştırıcı ve analitik düşünceye sahip bir yazar olduğunuzu o yazılarınızda farkettim.
Ele aldığınız konuları gayet aydınlatıcı ve eğitici şekilde anlatıyorsunuz. Teşekkür ederiz.
Ben 25 yıllık bir hekimim, klinik biokimya uzmanıyım, sizinde yazdığınız gibi bir çok psikiyatrik hastalık objektif bilimsel temellere dayanmadan ,teşhis ve tedavi edilmektedir.
Sizinle Psikiyatri konusunda tıp fakültesi öğrencilik yıllarımda başımdan geçen bir olayı kısaca paylaşmak istiyorum.
Tıp fakültesi 5. sınıfda psikiyatri kliniğinde stajımı yaparken (yaklaşık 25 - 30 yataklı bir klinik idi) yeni bir psikiyatri hocası geldi , bu hocaya kliniğin sorumluluğunu verdiler. Hoca geldiğinin 2. günü asistanlar ve biz staj. dr. ile toplantı yaptı, klinikde yatan hemen tüm hastaların teşhislerinin ve tedavilerinin yanlış olduğunu söyleyip, bizlere hastaların yeni teşhislerini anlatıp, tüm tedavilerini değiştirdi.
O zamanki bilgim ve deneyimim ile yaklaşık 1.5 aylık staj dönemim boyunca hastaların ( hastaların çoğunluğu kronik hasta idi) yeni ilaçlarla iyileşebileceklerini düşünerek mucize beklemeye başladım. Ama ne o sene, nede bir sonraki sene int. dr. olarak gördüğüm aynı psikiyatri hastalarının durumu değişmemişti. Ama tedavileri yine başka bir hoca tarafından değiştirilmişti...
Saygılarımla
Dr. Özer Bolat

***

Şimdi de tacize mi uğradılar
Hiperaktivitenin semptonları olan, disleksiyle hiperleksiyle mücadele eden insanlar var. Bellerene kadar terleyerek çalışıyorlar. Onların birlikte çalıştıkları bu çocuklar otistik ya da moda adıyla otizmli değil cinsel tacize uğramış değil. Kimlerin uğradığını biz bilemeyiz, çitayı yükselten sizsiniz İlaçsız tedavi konusunda bir çaba veriyorsunuç bu konuda haklısınız ama insanları hala yanlış yönlendiriyorsunuz. Ekonomi yazılarındaki gibi "bu onun fikriymiş denilecek bir durum yok. Hiperaktivite konusunda calışan insanlara cahil dediniz. Bizleri nazik olmamakla suçladınız Ama hala financial times da çalışmak kıbrıs ingilizcesi ve bir iki gazetecinin dostu olmakla artık yaşlı olduğunuz için insanları yanlış yönlendirme hakkına sahipsiniz. Erdal atabek Beyle konuşun bari, birşeyler öğrenme şansınız hala var hala. Rum değildir gerçi .. Evet be annem, hala Biz Türkiyede sizlerin cehaletinden çekiyoruz, siz yanarsınız dönersiniz hep iktidarsınız çünkü, dolayısıyla hep "nazıksiniz"
Sarp Bengü

***

Cesur Yürek
Metin Bey;
Ne iyi ettinizde bunları yazdınız....
Sorgulamadan kabul eden, genel geçer değerleri öven , en kolayı en doğrusu sanan bu anne babaların aklına biraz kuşku düşerde paranın esiri olmuş doktorları evlatları için sorgularlar..
Belki bu zincirleme etki yapar...kendi hayatlarını önceliklerini ve değerlerini gözden geçirirler...
İyimserlik ifla olmaz bir hastalık=)
Sizde bu düğmeye basan cesur yürek olursunuz. Lütfen devam edin hiçbir şey sizin cesaretinizi kırmasın.
Sevgiler
Ayşegül Bakkalbaşı

***

Metin Bey,
Sizi dikkat eksikliği ve hiperaktivite konusundaki yazılarınızdan dolayı kutluyor ve teşekkür ediyorum. Bu yazılarınızı şimdi 18 yaşının içinde olan oğluma da okutacağım. Ben tıp fakültesinde anatomi anabilim dalında öğretim üyesiyim. Oğlum ilköğretim döneminde dalgalanmalar yaşadı. 4.sınıfa kadar ödevlerini eksik yaparak ta olsa başarılı öğrencilik geçirdi. 4.sınıfta bilirsiniz bazı dergiler ulusal düzeyde sınavlar yapıyorlar. İşte böyle bir sınavda oğlum sınıfta kendi öğretmeninden özel ders alan bazı çocukların önüne geçmiş. Sonuçlar geldiğinde öğretmeni kendisine' sen bu puanı alamazdın mutlaka kopya çekmişsin' demesinden sonra oğlum o gün evde odasına kapandı ve hiçbir şey yemedi. Bize de bir şey anlatmadı. Ertesi gün durumu öğrenebildim. Bugün hala pişmanlık duyuyorum. Neden öğretmeniyle bu konuyu konuşmadım. O olaydan sonra oğlum derslerden daha fazla soğudu. 6.,7. sınıfa geldiğinde öğretmenleri ödev yapmadığından ve bazen defter bulundurmadığından şikayet ettiler. Eşimin de önerisiyle kendi bünyemizdeki çocuk psikiyatristine götürdük. İlk görüşmeden sonra doktor iki ögretmenine doldutmak üzere birer anket verdi. Öğretmenleri bunları doldurduktan sonra doktora götürdük. Doktor bilindiği üzere dikkat eksikliği teşhisi koydu ve ritalin başlayalım dedi. Ben ilaca itiraz ettim. Daha sonra çocuğumu Gazi Üniversitesinde bir çocuk psikiyatristine götürdüm. O doktor (şimdi rahmetli olmuş) ilaca gerek duymadığını, çocuğun muhtemelen zeki olduğunu ve bu davranışının ergenlikten sonra düzeleceğini ifade etti. Sizin de tespit ettiğiniz gibi çocuk psikiyatristleri dikkat eksikliği teşhisini yarım saat bile geçmeden koyuyorlar ve ritalin yüklüyorlar bu çocuklara…
Ülkemizde binlerce çocuğa bu ilaçlar veriliyor. Devletin bu konuda önlem alması zorunlu.
Ayrıca dipnot olarak bir konuyu hatırlatmak istiyorum. Oğlum 1994 doğumlu. Gebeliğimin 7.ayında düşük tehdidiyle prepar denilen tabletlerden bana yüklediler. O dönem doktorlar bu ilaçları pek çok gebe kadına veriyorlardı. Bu ilaç taşikardiye yol açıyordu. Kişisel düşüncem bu ilaç da sorgulanmalı. Bu ilacın da doğan bebekte nelere yol açtığı eminim hiçbir jinekoloğun ilgisini çekmemiştir.
İlaç firmaları bu durumdan çok memnun. Hekimlerimiz de yaptıkları dünya turuyla (ilaç firmaları sponsorluğuyla) memnunlar. Ancak bu çocuklarımıza daha sonra neler olacağı kimsenin umrunda değil.
Saygılarımla
Yard. Doç. Dr. Aymelek Çetin

***
Yazınıza katılıyorum
Metin Bey,
Çocuk psikiyatrisinde kullanılan ilaçlar ilgili yazınızı okudum. Tamamına sonuna kadar katılıyorum. Bir tıp hekimi, öğretim üyesi (Radyoloji) olmama rağmen benzer sıkıntıları çocuğumda yaşadım. Eşimde hekim olmasına rağmen sizin düşündüklerinizi anlatamadım. Bir süre bu ilaçları kullanmak zorunda kaldık. Sonunda sorumluluğu üzerime alarak ilaçları kestim. Şu anda hiçbir problemimiz yok ve muhtemelen ben bunu yapmasaydım eşim bu durumu mucize ilaçlara bağlayacak ve oğlum gereksiz yere yıllarca bu ilaçları kullanacaktı. Bu durumda sizin bahsettiğiniz gibi ilacın bilimsel etki ve faydası olarak lanse edilecekti. Yazınız için teşekkürler en azından insanlar bu durumda iki kere düşünecektir
Saygılar
Dr M. H.
***

Psikiyatrik Muayene
Sayın Metin Münir,
Yanlış olan şu ki, eğer Dikkat Eksikliğinde ve Hiperaktivite de tanı kesinse, uygulanan Metilfenidat tedavisi ile ÇOCUKTA MUCİZEVİ BİR DÜZELME OLUYOR VE EĞİTİMİN TEMELİNİN ATILDIĞI bu ilk dönemde çocuk geri kalmaktan kurtuluyor ve temelleri sağlam oluyor. Madem bunu yazıyorsunuz, araştırmacı davranınız ve çocukları bu tedaviyi alan aileleri bulun ve onlarla görüşün isterseniz. Bakalım onlar da sizin bu yazdıklanıza katılacaklar mı.
Bu konuda bazen biz de aramızda, endikasyonun tam olmadığı durumlarda kullanılmasında karşı çıkıyoruz, ancak bu durumda bile ilaç etkisini 7 günde göstermezse kesiyorsunuz, ve hiç de zannettiğiniz gibi felaketler, zombi çocuklar olmuyor.
Lütfen araştırın ve yazdıklanızı sonra yazın, bilmeden fikir yürütmek siz köşesi olan sayın gazetecilere yakışmıyor.
Saygılarımla.
Mustafa Çam

***

Cevap-açıklık-demokratlık
metin bey bütün yazdıklarımı, düşündüklerimi herkes bilirse daha iyi olur diye düşündüm. bu yaklaşımın neresi kötü. çok yönlü, 360 derece bakmaya çalışıyorum. birleştirici olmaya çalışıyorum, kibar olduğumu sanıyorum. milliyet internet sitesindeki yogurt, ağustos böceğivs yazılarınızı okudum. ayrıca tahincioğlu, akp vs yazılarınızı da okudum. sizi atak, düşündüğünü söyleyen bir insan olarak beğendim. ancak hastaların tedavisini bırakmalarına sebep olmak ayrı bir facia, bu affedilemez. siz bu konuda kesin hüküm veremezsiniz. ancak tartışılması lazım demeniz çok atak-toplum lehine bir tavır olur. ben 23 yıldır hastalara en az 2-3 ayrı çocuk psikiatrından fikir alın, ilacın yan etkisi çok diyorum, ancak son kararı aile ve uzman doktorlara bırakıyorum. tüm bunlar sadece dikkat eksikliği sendromu-minimal beyin hastalığı ve ritalin-concerta isimli ilaçlar için geçerli.
Hüseyin Aydın Turan

***

7.9.2011 tarihli yazınız hakkında
Sayın Metin Münir,
17.9.2011 tarihinde yayınlanan yazınızla ilgili görüşlerimi kısaca bildirmek istiyorum.
Tüm dünyaca kabul edilen DSM-IV ve ICD-10 tanı kriterlerine göre DEHB (Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu) bir bozukluktur. Anne babanın çocuk yetiştirme tarzları ile ilgisi yoktur. Olsa olsa DEHB olan bir çocuğa uygun kural ve sınır konulmazsa sorun daha da artar. Kural ve sınır koymamaktan kaynaklanan davranış sorunları da vardır elbette ama bunun da DEHB ile hiçbir ilgisi yoktur. Yuva sahibinin de uygun tutumla kısa zamanda düzeldiğini söylediği çocuklar onlardır. Yazıda değinilen zamanı iyi kullanama DEHB'na eşlik eden (üç ana belirtisine ek olarak) belirtilerden biri kabul edilir ve tedavi sürecinde ele alınması gereken konulardan sadece biridir. İlkokul çağındaki çocukların % 3-5'inde DEHB vardır. Yuvaya gelen çocukların üçte birine bu teşhisin konulduğunu söylemek ise abartılı bir ifadedir. Görüşlerini aktardığınız kişiye bakılırsa çocuk ruh sağlığının tek bir bozukluğu vardır (otizm), diğer bozukluklara ise anne-babanın uygun olmayan tutum ve davranışları neden olmaktadır! Bu yorumun bilimsel bir yanı olmadığı da aşikardır. Herkes görüşlerini bildirmekte serbesttir ancak bu yazıyı kaleme almadan önce çocuk ve ergen ruh sağlığı ve hastalıkları konusunda uzmanlaşmış, deneyim sahibi insanlara da danışsaydınız eminim okuyucuyu daha doğru bilgilendirmiş olurdunuz. Saygılarımla, iyi çalışmalar.. Uzm.Psk.Betül Gündoğdu

***

ALİ RIZA ÜÇER’DEN KEREM DOKSAT’A: PSİKİYATRİ TARTIŞMALARI

From: Ali Rıza Ucer
Sent: September 23, 2011 1:08 AM
To: Kerem Doksat; M. Kerem DOKSAT
Cc: ***********; Metin Münir

Subject: Psikiyatri Tartışmaları-3

Sayın Dr. Kerem Doksat,
Tartışma üslubunuzdaki saldırganlığı şaşkınlıkla izliyor ve yadırgıyorum. Gerek sunduğum veriler gerekse bu veriler çerçevesinde sorduğum sorular gayet açık ve net olduğu halde ısrarla somut sorularıma yanıt vermiyor, sorularımın yanıtını kitaplardan ve PubMed, SCIE gibi literatür taramalarından bulmamı istiyorsunuz. Kaçamak yanıtlarınızın tek nedeni sorularıma vereceğiniz doyurucu yanıtınızın olmamasıdır.
"İftiracı, alaycı, haset dolu, kabarık kendiliğini tatmin edemeyen (narsistik kişilik bozukluğu /ego şişkinliği olan), düşük seviyeli, müzevirlik yaparak psikiyatrlarla aklı sıra dalga geçen bir köşe yazarını besleme ayıbıyla ma'lûl" türünden aşağılama ve hakaretlerinize vereceğim yanıt "üslub-u beyan aynıyla insan" özdeyişini hatırlatmaktan ibarettir..
Bu iletim size yolladığım son iletidir. Kendinizi psikofarmakolojiye oldukça iyi derecede vâkıf bir hekim olarak tanımladığınız ve bâzı misenformasyonları (mesajımı kast ederek) tashih etmek için yolladığınızı söylediğiniz aşağıdaki iletinize vereceğim bu yanıt misenformasyonun kaynağının kim olduğunu ortaya koymak içindir.
1) Metil fenidat amfetamin grubundan bir ilâç değildir; sâdece psikostimülanlar arasında ikisi de anılır, hepsi bu. Etki mekanizması da kokaine benzer ama buraya sığmayacak farklardan dolayı asla aynı değildirler.
Metilfenidat bir santral sinir sistemi uyarıcısıdır ve bir amfetamin izomeri olan dekstroamfetamin yapısındadır [1]. Yapısal olarak birbirlerine benzerler. (Amfetamin de, metilfenidat da, kimyaca sübstitüe feniletilaminler denilen bir gruptadır.)
2) Ne metil fenidat, ne de amfetaminler kokain türü bağımlılık yapar. Olsa olsa mezolimbik ödüllendirmesistemi üzerinden davranışsal bağımlılık gelişebilir. Bunu önlemek için de gibi devamlı verilmez, tatillerde ve hafta sonlarında kesilir. Tehlikeli derecede impulsif ve saldırgan az sayıdaki vak'ada ise hiç kesilemez. Farmakolojik bağımlılığın gelişebilmesi için, tedavi dozlarının 30-50 misli ve çok uzun süre kullanılması icap eder. Bu dozlarda da tahammülü neredeyse imkânsız olan yen ve ters (advers) etkiler geliştiği için, çok ender görülür. İlâcın kırmızı reçete ile satılması bağımlılığı değil, sûiistimâli önlemek içindir (ders çalışmak için sürdoz alınması ve uykusuzluk, iştahsızlık sebebiyle, beyin dengeleri bozuk olan kişilerde psikiyatrik sorun çıkmaması, kâlb ritim bozuklukları gelişmemesi).
Metilfenidatın beyin üzerindeki etkisi kokain ile benzerdir [2] Psikostimülanlar arasında çapraz duyarlılaşma bulunduğu için amfetaminlerle kokain ve eroin arasında çapraz tolerans ve duyarlılık gelişme riski vardır ve bu durum bağımlılığa yol açabilir [3]
Farklı da olsa her psikostimülan maddenin tekrarlayan kullanımı diğer tüm psikostimülan maddeler için kompülsüf madde arama davranışı, ödüllendirme etkileri gibi davranış duyarlılaşmaları ile çekilme belirtileri, tolerans gelişimi ve dolayısıyla ilaç bağımlılığı riskini arttırır [4].
Farmakoloji kitaplarında (Katzung, Goodman ve Gilman) kokain tipi bağımlılık ve psikostimülan bağımlılığı hep aynı başlıkta ve birlikte anlatılır. Farkları sadece etki mekanizmaları ile açıklanır: Kokain sinaptik dopaminerjik iletimde reuptake inhibisyonu yapar ve böylece dopamin düzeyi artar. Amfetamin ve benzerleri (metilfenidat vs) ise dopamin düzeylerini presinaptik salıverilmeyi arttırarak yapar. Sonuçta kokainin etkisine çok benzeyen bir tablo oluşur. Klinik tablonun gelişim hızı farklı olabilir. ABD’de psikostimülanlar, kötüye kullanımın engellenmesi amacıyla liste II’ye alınmıştır. Tolerans gelişmesi ve doz artırma eğilimi ise duruma göre değişir.
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA) yayınladığı DSM-IV-TR tanı kitabında (HYB 2007) bu konu şöyle ele alınmaktadır: Amfetamin (ya da Amfetamin Benzeri Maddelerle) İlişkili Bozukluklar (s.313)
Amfetamin ve amfetamin benzeri maddeler arasında amfetamin, dextroamfetamin ve metamfetamin gibi feniletilamin yapısında maddeler bulunur. Bu gruptaki metilfenidat ve iştah baskılayıcı olarak kullanılan diğer maddeler (diyet ilaçları) gibi amfetamin benzeri etki gösteren ancak yapısal olarak farklı olan maddeler de vardır.
Hemen her zaman yasa dışı bir biçimde sağlanan kokainin aksine amfetamin ve diğer uyarıcılar obezite, dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu ve narkolepsi tedavisi için reçete ile de sağlanabilmektedir. Reçete edilen uyarıcılar, sık olarak, kilo kontrol programları çerçevesinde yasadışı pazara girebilmektedir. Amfetamin ve amfetamin benzeri ilaçların çoğunun etkileri kokaininkine benzerlik gösterir. Amfetamin benzeri maddelerin psikoaktif etkileri kokaininkinden daha uzun sürer, periferik sempatomimetik etkileri de daha güçlüdür.
Ülkemizde farmakolojinin duayenlerinden Prof. Dr. Oğuz Kayaalp'in Tıbbi Farmakoloji kitabında (11. Baskı, 2005) Kokain tipi bağımlılık ile Amfetamin tipi bağımlılık arasındaki benzerlikler şöyle anlatılmıştır:
Kokain tipi bağımlılık ile Amfetamin-tipi bağımlılık birbirine birçok yönden benzer (s.829).
Amfetaminler ve kokain, psikostimülan etkilerini beyinde dopaminerjik ve mezokortikal yolakların hedef nöronlar üzerindeki etkinliğini arttırarak yapmaları, davranışsal etkilerinin kalitatif yönden hemen hemen aynı olması ve yaptıkları bağımlılığın ortak özellikler göstermesi bakımlarından birbirlerine benzerler (s.828)

1-Amfetaminler: Amfetamin, Deksamfetamin, Metilamfetamin, Metilfenidat, Fenmetrazin, Pemolin. (s. 877) Oğuz Kayaalp, Metilfenidat'ı Amfetamin-benzeri ilaç olarak adlandırmakta ancak yine de Amfetaminler arasında saymaktadır.
2-Tüm Amfetaminler santral sinir sisteminde kortikal, limbik ve striatal bölgelerde dopaminerjik sinir uçlarından dopamin salıverilmesini arttırırlar ve dopamin geri alımını inhibe ederler. Amfetaminler ve kokainin keyif arttırıcı etkilerinde, n. accumbens ve diğer limbik yapılarda dopaminerjik akson uçlarındaki sinapslarda dopaminerjik aşırımın güçlendirilmesi rol oynar (s.875).
3-Ortadoğu'da kaçakçılığı sık yapılan Captagon adlı ilaç, Etilteofilin ve Amfetamin birleşmesinden oluşmuştur (s.876).
4- Ecstasy (ekstazi) bir amfetamin türevidir (MMDA) (s.877).
5-Metilamfetaminin yüksek dozda uzun süre deney hayvanlarında (maymunlar dahil) verilmesi sonucu kalıcı nörotoksik etki yaptığı, striatal dopaminerjik sinir uçları ile hipokampus, amigdala, serebral korteks ve striatumdaki serotonerjik sinir uçlarını tahrip ettiği gösterilmiştir. Dekstroamfetaminin de nörotoksik olduğu bulunmuştur. Deney hayvanlarında yüksek dozda verilen fenfluraminin de serotonerjik sinir uçlarında kalıcı nörotoksik etki yaptığı gösterilmiştir. İnsanlarda bu bulguları destekleyen çalışma yoktur ancak Avrupa'da fazla kötüye kullanılan ecstasy ve benzeri siklik türevlerin deney hayvanlarında benzer nörotoksik etki yapan güçlü nörotoksinler oldukları bilinmektedir (s.877).
Aynı grupta sayılan ve etki mekanizması aynı olan bir ilacın metilamfetaminden farklı bir etki göstermesini düşünmek yanlış olur. Aksini savunan bunu hayvan deneyleriyle kanıtlamalıdır. Zira ortada metilamfetaminle ilgili ciddi bulgular vardır. İnsan beyninin maymun beyninden farklı olduğunu düşünmek için çok az sebep vardır. İnsan üzerinde deney yapmanın zorlukları ortadadır, ancak post mortem çalışabilir, o da kısıtlıdır.. Bu durumda hayvan deneylerini amfetaminler için temel almak gerekir
3) Psikoza yol açma riski çok düşüktür ve pek muhtemelen bu kişiler latent yâhut açık psikotik olanlardır. Bipolar Bozukluk’ta ise manik kaymayı tetikleyebilir ama hem DEHB hem de BB olan vak’alarda duygudurum düzenleyicilerle birlikte rahatlıkla kullanılır.
Psikostümülan kullanımı, cinsel isteği arttırması nedeniyle kontrolsüz cinsel ilişkiyi teşvik ederek, dolaylı yoldan cinsel yolla bulaşan hastalıkların (HPV, AIDS gibi) yayılmasına neden olabilir [5].
Ayrıca psikostümülanların erken yaşta kullanımının beynin çeşitli bölümlerinde hücre gelişimini engellediği ve ileriki yaşlarda beyinde hücre kaybına ve uzun süreli hafıza bozukluklarına yol açabildiği gösterilmiştir [6,7]
Bu maddelere beynin erken yaşta maruz kalması durumunda, yıllar sonra ortaya çıkabilecek birtakım sorunların temeli atılabilmektedir [8].
Bunların sonucunda beynin ödüllendirme sisteminde erişkinlikte de süren bozulmalar, depresif belirtilerde ömür boyu sürebilecek artışlar (kendini iyi hissedememe, hiçbir şeyden keyif alamama gibi)
görülebilmektedir [9].

4) İşin içinde olmayanlar pek kolay ahkâm kesiyor! Dikkatlice ve yeterli zaman ayrılarak yapılan psikiyatrik muayeneyle %90’ın üzerinde presizyonla doğru teşhis konur.
IMS verileri ülkemizde amfetamin türevi ilaçların her yıl kutu bazında dikkat çekici bir artışla tüketildiğini göstermektedir.Tedavideki risklerin büyüklüğü ortadadır: kırmızı reçeteye tabi, kokain tipi bağımlılık yapabilen amfetamin türü ilaçların ciddi biçimde kullanımlarının yaygınlaşmasının ve tanı konulan olguların hızla artış göstermesinin sağlıklı bir zeminde olup olmadığı bilinmemektedir. Bu nedenle, acilen bu hastalığın teşhisinin yeterli ve objektif biçimde yapılıp yapılmadığı, amfetamin türü ilaçların tedavide bu kadar yaygın kullanımlarının gerekip gerekmediği araştırılmalıdır. Gençlerdeki dikkat sorunlarının ne kadarının geceleri yoğun bilgisayar kullanımı ve ona bağlı uykusuzluktan ya da başka etkenlerden kaynaklandığı da araştırılmalıdır. ADHD/ADD teşhisinde kullanılan yöntemler, başka sorunlardan kaynaklanan dikkat eksikliklerini ADHD/ADD hastalığına bağlı olanlardan ayırabilmekte midir?
Bu soruların hiçbirinin doyurucu bir yanıtı yoktur.

Ali Rıza Üçer
Tıp Kurumu Genel Sekreteri

Kaynaklar:

1-Patrick KS et al, Hum. Psychopharmacol. 12(1997)527-546; Teo SK etal, Pharmacol. Biochem. Behav. 74(2003)747-754
2-Volkow ND et al, Life Sci. 65(1999)L7-L12
3-Aizenstein ML et al, Neuropsychopharmacol. 3(1990)283-290
4-Robinson TE, Biological Basis of Substance Abuse, Oxford University Press NY 1993
5-Volkow ND et al, Am. J. Psychiatry 164(1)(2007)157-60
6-Lagace DC et al, Biol. Psychiatry 60(10)(2006)1121-1130
7-LeBlanc-Duchin D. Et al, Neurobiology of Learning and Memory 88(3)(2007)312-320
8-Andersen et al. Nat. Neurosci. 5(2002)13-14
9-Carlezon WA Neuropharm 47(2004)47-60 suppl 1