11 Mayıs 2012 Cuma

Yalanların dünyasında sağlıklı yaşamak

METİN MÜNİR

Geçtiğimiz aylarda merak saldığım sağlık konularını araştırırken öğrendiğim en ilginç şey şu oldu: Sağlıkta doğru ile doğru olmayanı ayırt etmek çoğu zaman çok zordur.

Doğru; yarı doğrular, yalanlar, yanlışlar, çarpıtmalar ve kandırmacalar tarafından meydana gelen bir perdenin arkasındadır. Bu perde o kadar kalın ve ağırdır ki normal bir insanın, hatta, çoğu zaman, bir uzmanın bile aralaması mümkün değildir.

Doktorların bile doğru bildiği veya sandığı birçok şey yanlıştır. Çünkü onlar da, hastalar gibi, yoğun yalan bombardımanı altındadırlar.

Doğru sandığımız birçok şey yanlıştır.

Örneğin, akıl bozuklukları beyinde meydana gelen kimyevi bir dengesizliğin sonucu mu? Ve bunu düzeltmek için reçete edilen ilaçlar bu dengesizliği düzeltir mi?

Birçok psikiyatrist ve psikiyatri hastası her iki soruya da evet cevabı verecektir.
Her iki cevap da yanlıştır. Ruh ve akıl hastalıklarının nereden kaynaklandığı belli değildir. Psikiyatride kullanılan ilaçlar bazılarına iyi gelir, çoğunu kötü yapar. Nedenini kimse bilmez.

Kişileri diyabet, tansiyon, osteoporoz, kolesterol ilaçlarına başlatmak için kullanılan ölçümlerin doğru olduğu tartışmalıdır. Her dört alanda hasta olmayan kişiler ilaca başlatılmakta, ağır yan etkilere maruz bırakılmaktadır.

Birçok insana gereksiz yere stent takılıyor.

Menopoz hastalık değildir.

Şizofreninin ilaçsız tedavi yöntemleri de vardır.

Listeyi uzat babam uzatmak mümkün.

Tıptaki kargaşanın en büyük nedeni ilaç şirketleridir. İlaç şirketleri satışlarını arttırmak için ahlak sınırlarını zorlayan satış artırıcı yöntemlere başvurmakta, hasta olmayanların ilaca bağlanmasına neden olmaktadır.

Para karşılığında, güvenirliği şüpheli veya çarpıtılmış araştırmalarla ilaç şirketlerini destekleyen birçok Batı, özellikle Amerikan üniversitesi ve bilim insanı bu aşağılık kampanyayı ayakta tutmaktadır.

Sistemin en güçlü koruyucusu ise devletlerdir. Dünyanın her yerinde, ilaç şirketlerinin cömertliğinden nasibini alan hükümetler ve sağlık bakanlıkları ilaç şirketlerine kârlarını çoğaltmak için yardımcı olmaktadır.

Doğru olanla olmayanı ayırt etmenin zor olduğu tek alan tıp değildir.

Yalan dünya deriz ama yalan olan dünya değil insanlardır. Doğada, insanların ağzından çıkanlar hariç, her şey, gerçektir. Yalancı çiçek, sahtekâr kuş, üçkâğıtçı balık yoktur.

Yalan kurşun olsa bütün insanlar delik deşik olur, meteor olsa dünya ufala ufala yok olurdu.

Milattan dört yüz yıl kadar önce doğan Sinoplu feylesof Diogenes gündüz vakti elinde lamba ile dolaşır, “Ne yapıyorsun?” diye soranlara, “Dürüst bir insan arıyorum,” derdi.

Böyle bir lambayı insan hiç elinden eksik etmemeli. Diogenes’in bir başka sözünü hiç unutmadan: “Bilge kişiyi ancak bilge olan kişi bulabilir.”

10 Mayıs 2012 Perşembe

Şizofreni: Henry’nin cinleri

METİN MÜNİR

Henry’nin şizofren olmasının beşinci yılında, Patrick, her geçen yıl, oğlunun geçirdiği krizlerin daha şiddetli bir hal aldığını yazıyor. (*)

“Kalıp şuydu: Şiddetli bir psikotik epizodun (krizin) ardından, dört beş aylık bir süreç içinde, ilacın etkisiyle bir düzelme meydana geliyor, yaratıcılık ve konsantrasyon geri dönmeye başlıyordu. Tam, gözetim altında normale benzeyen bir hayat sürmesi mümkün görünmeye başlarken, yeniden şiddetli bir krize tutuluyordu. Bu tekrar kötüleşmenin nedeninin ne olduğuna hiçbir zaman emin olamadık.”

Patrick’e göre neden, oğlunun gizlice ilacı bırakması olamazdı çünkü bazen iğneleri düzenli olarak yapılırken de kötüleşebiliyordu. “Belki” diye yazıyor, “aklı başına gelince durumun felaketini, akranlarından ne kadar geri kaldığını kavrıyor, kendini bırakıyordu.”

Henry, hasta olduğunu hiç kabul etmedi. “Benim bir sorunum yoktu.” Hap almak istemiyordu “çünkü hayatımı sapına kadar yaşamak istiyordum ve hap almanın bunu önleyeceğine dair endişelerim vardı.” Ayrıca haplar “insan parçalarından” yapılmış olabilirdi.

Henry, hap alırken, “sürekli yarı uyur halde idi ve şişmanlıyordu ama iyileşmiyordu,” diye yazıyor Patrick.

Şizofreniyi karmaşık yapan olgu hastalığın kesin çizgilere sahip olmamasıdır.

Büyük bir olasılıkla birden çok şizofreni türü var.

Bazen bipolar bozukluklara şizofreni teşhisi konmaktadır. Şizofreni teşhisi konan iki kişinin hastalık belirtileri tamamen farklı olabilmektedir. Şizofreniyi “sıradan insan davranışlarını olağanüstü abartılı şekilleri” sayanlar da var.

Bu nedenle, şizofren davranışlardan dolayı hastaneye kabul edilenlere, değişik zamanlarda, değişik teşhisler konduğu sık görülen bir olaydır.

Ünlü İngiliz bir doktorun daha önce şizofreni teşhisi konan bir hastayı muayene ettikten sonra “Bunun bipolar bozukluk olduğu apaçık. Hangi aptal buna şizofreni teşhisi koydu?” diye bağırdığı anlatılır. Yanındaki doktor sırıtarak “Siz,” diye cevap vermiş.

Şizofreni ile baş etmek sevgi, sabır ve sebat ister. Bu olağanüstü, insana dokunan, benzersiz kitaptan öğrenilecek en önemli şeylerden biri budur.

“Bütün krizleri atlattık çünkü birbirimizi destekledik ve hiçbir zaman onun için ne yapmamız gerektiği konusunda ciddi bir fikir ayrılığına düşmedik,” diyor Patrick.

Şizofreni konusunda eskisi kadar cahil değil ve bu hastalık onu eskisi kadar korkutmuyor.

Yedi yıl sonra “şunu gördüm ki, en çılgın anlarında bile Henry realite ile bağını tamamen koparmadı. Bu nedenle, bu hastalığın tamamen aklı başından olmaktan topyekun deliliğe giden, tek yönlü bir yol olmadığını, biliyorum. Bugün Henry’nin hastalığını tamamen ortadan kaldırılması zor bir akıl bozukluğu olarak görüyorum ama aynı anda düşünüyorum ki belki (şizofreni) Henry’nin aklının bir bölgesine hapsedilebilir ve eskiden olduğunun aksine, kişiliğinin ve hareketlerinin esas itici gücü olmaktan çıkar.”

Patrick böyle düşünmekte haklı idi.

Henry yıllar geçtikçe hastalığı ile daha etkin bir biçimde mücadele etti. Hastaneden kaçmamaya başladı, ilaçlarını düzenli aldı. Artık kapatılmış yaşamıyor. Hâlâ, akıl hastası mı, emin değil. Patrick’in teşhisi de doğru: Şizofreni oğlunun beyninin bir köşesinde, hiç gitmemek üzere kalacak.

Kitap Henry’nin sözleri ile bitiyor:

“Benim için çok uzun bir yol oldu ama öyle sanıyorum ki düzlükten önceki son dönemece giriyorum. Lewisham’daki bahçede, altında oturduğum bir ağaç var. Bana konuşuyor ve ümit veriyor.”

* Patrick & Henry Cockburn / Henry’s Demons (Henry’nin Cinleri)

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Şizofreni: Ağaçlarla konuşan adam

METİN MÜNİR 

Yirmi yaşına bastıktan iki ay sonra bir gün ağaçlar Henry’ye konuşmaya başladı. Dondurucu bir kış gecesi ona fısıldadılar: “Nehre gir.”

İngiltere’nin güneyindeki Brighton sahil kentindeki güzel sanatlar üniversitesinde resim öğrencisi idi Henry. Elbiselerini çıkarmadan kasaba yakınlarındaki Newhaven nehrine daldı. Karşı sahile yaklaştığında balıkçılar tarafından kurtarılmasaydı belki de boğulacaktı.

Independent gazetesinin dış politika muhabiri Patrick Cockburn oğlunun akıl hastanesine kapatıldığını Afganistan’da, eşinden aldığı telefonla öğrendi. Alelacele uçağa atlayıp geri döndü. Bu şekilde Cockburn ailesinin şizofreni ile yedi yıl sürecek sınavı başlamış oldu.

Şizofreni, nedeni bilinmeyen, çaresi olmayan bir akıl bozukluğudur. Yaygın olarak kullanılan tedavi yöntemi ilaçtır. Ama ilaç hastalığı iyileştirmez. Hastayı uyuşturarak, olduğundan değişik bir kişi haline getirerek, kontrol altında tutmayı amaçlar.

Şizofreni hastası, genellikle ve özellikle hastalığın ilk dönemlerine, ilaç almaktan kaçınır. Ağzında saklayıp tükürür ya da tuvalete gidip kusar. Çünkü ilaçların yıkıcı yan etkilerinden nefret eder. Esas neden ise hastanın kendini hasta sanmamasıdır. O değişik bir boyuta geçmiştir. Duyduğu sesler ve gördüğü hayaller gerçektir. Ona göre sorun diğerlerinin bunları duymaması ve görmemesidir.

“Bende şizofreni var mı?” diye soruyor Henry, babası ile birlikte yazdığı çarpıcı bir kitapta.(*) “Annem, babam ve lanet psikiyatristlere soracak olursanız, kesinlikle evet. Buna inanmaları için bazı nedenler var: Sokaklarda veya kırlarda çıplak dolaşırken yakalanmam ve ağaçlara ve korulara konuşmam. Bana soracak olursanız, ben dünyayı diğer insanlardan değişik görüyorum.”

Tıraş olmuyor, yıkanmıyordu. Zaman zaman, çocuklaşıp çişini üstüne yapıyordu. Resim yapmayı bıraktı. Yalınayak yürümeye başladı. Ayaklarının altı yara oldu. Üstü başı o kadar kirli idi ki bazen, izinli dışarı çıktığında, polis evsiz barksızlardan sanıp onu sorguya çekiyordu. Anne, babası ve küçük kardeşi Alex için çoğu zaman konuşarak ona ulaşamaz hale geldiler.

“Rüzgârın rehberliğinde yürümeyi ve ağaçlara konuşmayı” psikiyatristi ile konuşmaya yeğliyordu.

Kaçıp kayboluyor, kışın ortasında çırılçıplak korularda dolaşıyor, dik duvarlara tırmanıyor, nehirlere dalıyor, polis onu ararken ailesi “öldü” haberi gelecek diye endişeden mahvoluyordu.

“Beynimde kafiyeli bir biçimde konuşan bir ses var,” diye anlatıyor Henry. “Bana kaçmamı söyledi, çırılçıplak soyunup ormana girmemi söyledi ve bunu yaptığımda orman canlandı ve bana konuştu.”

Bazen bir buçuk yıl sigarayı kesiyor bazen durmadan sigara içiyordu.

“..Günde iki paket sigara içiyordum. Kapatıldığınız zaman hayat o kadar yavaş geçer ki sayılarla düşünmeye başlarsınız: Günde kaç dakika var, haftada kaç saat var, bir milyon saat kaç gün eder. Yerdeki karolara bakarsınız ve kaç tane olduğunu tahmin etmeye çalışırsınız. Hayatınızdaki her şey sıkıcıdır.”

Dört duvar arasından kurtulmak için kapatıldığı en güvenli hastanelerden bile kaçıyordu.

“Kapatılmak asap bozucu olmakla beraber esas kaçma nedenim ağaçların beni çağırmasıydı. Ağaçlar beni çağırıyordu, kaçmaya mecburdum.”

Sanki de hiç iyileşmeyecek, hayatı, onun için, hastaneler ve kaçıp kaybolmalar, ailesi için endişe ve korkulardan ibaret olacaktı.

* Patrick & Henry Cockburn /Henry’s Demons (Henry’nin Cinleri)