METİN MÜNİR
Henry’nin şizofren olmasının beşinci yılında, Patrick, her geçen yıl, oğlunun geçirdiği krizlerin daha şiddetli bir hal aldığını yazıyor. (*)
“Kalıp şuydu: Şiddetli bir psikotik epizodun (krizin) ardından, dört beş aylık bir süreç içinde, ilacın etkisiyle bir düzelme meydana geliyor, yaratıcılık ve konsantrasyon geri dönmeye başlıyordu. Tam, gözetim altında normale benzeyen bir hayat sürmesi mümkün görünmeye başlarken, yeniden şiddetli bir krize tutuluyordu. Bu tekrar kötüleşmenin nedeninin ne olduğuna hiçbir zaman emin olamadık.”
Patrick’e göre neden, oğlunun gizlice ilacı bırakması olamazdı çünkü bazen iğneleri düzenli olarak yapılırken de kötüleşebiliyordu. “Belki” diye yazıyor, “aklı başına gelince durumun felaketini, akranlarından ne kadar geri kaldığını kavrıyor, kendini bırakıyordu.”
Henry, hasta olduğunu hiç kabul etmedi. “Benim bir sorunum yoktu.” Hap almak istemiyordu “çünkü hayatımı sapına kadar yaşamak istiyordum ve hap almanın bunu önleyeceğine dair endişelerim vardı.” Ayrıca haplar “insan parçalarından” yapılmış olabilirdi.
Henry, hap alırken, “sürekli yarı uyur halde idi ve şişmanlıyordu ama iyileşmiyordu,” diye yazıyor Patrick.
Şizofreniyi karmaşık yapan olgu hastalığın kesin çizgilere sahip olmamasıdır.
Büyük bir olasılıkla birden çok şizofreni türü var.
Bazen bipolar bozukluklara şizofreni teşhisi konmaktadır. Şizofreni teşhisi konan iki kişinin hastalık belirtileri tamamen farklı olabilmektedir. Şizofreniyi “sıradan insan davranışlarını olağanüstü abartılı şekilleri” sayanlar da var.
Bu nedenle, şizofren davranışlardan dolayı hastaneye kabul edilenlere, değişik zamanlarda, değişik teşhisler konduğu sık görülen bir olaydır.
Ünlü İngiliz bir doktorun daha önce şizofreni teşhisi konan bir hastayı muayene ettikten sonra “Bunun bipolar bozukluk olduğu apaçık. Hangi aptal buna şizofreni teşhisi koydu?” diye bağırdığı anlatılır. Yanındaki doktor sırıtarak “Siz,” diye cevap vermiş.
Şizofreni ile baş etmek sevgi, sabır ve sebat ister. Bu olağanüstü, insana dokunan, benzersiz kitaptan öğrenilecek en önemli şeylerden biri budur.
“Bütün krizleri atlattık çünkü birbirimizi destekledik ve hiçbir zaman onun için ne yapmamız gerektiği konusunda ciddi bir fikir ayrılığına düşmedik,” diyor Patrick.
Şizofreni konusunda eskisi kadar cahil değil ve bu hastalık onu eskisi kadar korkutmuyor.
Yedi yıl sonra “şunu gördüm ki, en çılgın anlarında bile Henry realite ile bağını tamamen koparmadı. Bu nedenle, bu hastalığın tamamen aklı başından olmaktan topyekun deliliğe giden, tek yönlü bir yol olmadığını, biliyorum. Bugün Henry’nin hastalığını tamamen ortadan kaldırılması zor bir akıl bozukluğu olarak görüyorum ama aynı anda düşünüyorum ki belki (şizofreni) Henry’nin aklının bir bölgesine hapsedilebilir ve eskiden olduğunun aksine, kişiliğinin ve hareketlerinin esas itici gücü olmaktan çıkar.”
Patrick böyle düşünmekte haklı idi.
Patrick böyle düşünmekte haklı idi.
Henry yıllar geçtikçe hastalığı ile daha etkin bir biçimde mücadele etti. Hastaneden kaçmamaya başladı, ilaçlarını düzenli aldı. Artık kapatılmış yaşamıyor. Hâlâ, akıl hastası mı, emin değil. Patrick’in teşhisi de doğru: Şizofreni oğlunun beyninin bir köşesinde, hiç gitmemek üzere kalacak.
Kitap Henry’nin sözleri ile bitiyor:
“Benim için çok uzun bir yol oldu ama öyle sanıyorum ki düzlükten önceki son dönemece giriyorum. Lewisham’daki bahçede, altında oturduğum bir ağaç var. Bana konuşuyor ve ümit veriyor.”
* Patrick & Henry Cockburn / Henry’s Demons (Henry’nin Cinleri)