9 Mayıs 2012 Çarşamba

Şizofreni: Ağaçlarla konuşan adam

METİN MÜNİR 

Yirmi yaşına bastıktan iki ay sonra bir gün ağaçlar Henry’ye konuşmaya başladı. Dondurucu bir kış gecesi ona fısıldadılar: “Nehre gir.”

İngiltere’nin güneyindeki Brighton sahil kentindeki güzel sanatlar üniversitesinde resim öğrencisi idi Henry. Elbiselerini çıkarmadan kasaba yakınlarındaki Newhaven nehrine daldı. Karşı sahile yaklaştığında balıkçılar tarafından kurtarılmasaydı belki de boğulacaktı.

Independent gazetesinin dış politika muhabiri Patrick Cockburn oğlunun akıl hastanesine kapatıldığını Afganistan’da, eşinden aldığı telefonla öğrendi. Alelacele uçağa atlayıp geri döndü. Bu şekilde Cockburn ailesinin şizofreni ile yedi yıl sürecek sınavı başlamış oldu.

Şizofreni, nedeni bilinmeyen, çaresi olmayan bir akıl bozukluğudur. Yaygın olarak kullanılan tedavi yöntemi ilaçtır. Ama ilaç hastalığı iyileştirmez. Hastayı uyuşturarak, olduğundan değişik bir kişi haline getirerek, kontrol altında tutmayı amaçlar.

Şizofreni hastası, genellikle ve özellikle hastalığın ilk dönemlerine, ilaç almaktan kaçınır. Ağzında saklayıp tükürür ya da tuvalete gidip kusar. Çünkü ilaçların yıkıcı yan etkilerinden nefret eder. Esas neden ise hastanın kendini hasta sanmamasıdır. O değişik bir boyuta geçmiştir. Duyduğu sesler ve gördüğü hayaller gerçektir. Ona göre sorun diğerlerinin bunları duymaması ve görmemesidir.

“Bende şizofreni var mı?” diye soruyor Henry, babası ile birlikte yazdığı çarpıcı bir kitapta.(*) “Annem, babam ve lanet psikiyatristlere soracak olursanız, kesinlikle evet. Buna inanmaları için bazı nedenler var: Sokaklarda veya kırlarda çıplak dolaşırken yakalanmam ve ağaçlara ve korulara konuşmam. Bana soracak olursanız, ben dünyayı diğer insanlardan değişik görüyorum.”

Tıraş olmuyor, yıkanmıyordu. Zaman zaman, çocuklaşıp çişini üstüne yapıyordu. Resim yapmayı bıraktı. Yalınayak yürümeye başladı. Ayaklarının altı yara oldu. Üstü başı o kadar kirli idi ki bazen, izinli dışarı çıktığında, polis evsiz barksızlardan sanıp onu sorguya çekiyordu. Anne, babası ve küçük kardeşi Alex için çoğu zaman konuşarak ona ulaşamaz hale geldiler.

“Rüzgârın rehberliğinde yürümeyi ve ağaçlara konuşmayı” psikiyatristi ile konuşmaya yeğliyordu.

Kaçıp kayboluyor, kışın ortasında çırılçıplak korularda dolaşıyor, dik duvarlara tırmanıyor, nehirlere dalıyor, polis onu ararken ailesi “öldü” haberi gelecek diye endişeden mahvoluyordu.

“Beynimde kafiyeli bir biçimde konuşan bir ses var,” diye anlatıyor Henry. “Bana kaçmamı söyledi, çırılçıplak soyunup ormana girmemi söyledi ve bunu yaptığımda orman canlandı ve bana konuştu.”

Bazen bir buçuk yıl sigarayı kesiyor bazen durmadan sigara içiyordu.

“..Günde iki paket sigara içiyordum. Kapatıldığınız zaman hayat o kadar yavaş geçer ki sayılarla düşünmeye başlarsınız: Günde kaç dakika var, haftada kaç saat var, bir milyon saat kaç gün eder. Yerdeki karolara bakarsınız ve kaç tane olduğunu tahmin etmeye çalışırsınız. Hayatınızdaki her şey sıkıcıdır.”

Dört duvar arasından kurtulmak için kapatıldığı en güvenli hastanelerden bile kaçıyordu.

“Kapatılmak asap bozucu olmakla beraber esas kaçma nedenim ağaçların beni çağırmasıydı. Ağaçlar beni çağırıyordu, kaçmaya mecburdum.”

Sanki de hiç iyileşmeyecek, hayatı, onun için, hastaneler ve kaçıp kaybolmalar, ailesi için endişe ve korkulardan ibaret olacaktı.

* Patrick & Henry Cockburn /Henry’s Demons (Henry’nin Cinleri)