METİN MÜNİR
İnsanın yoldaşı, kahkaha değil gözyaşıdır. İnsana derinliğini veren yaşadığı hüzün, çektiği çiledir.
Her şey, içinde, yok olacağı anı barındırır. Kayıp veya kaybetme endişesi sürekli yoldaşımızdır. Bunun, bilerek veya bilmeyerek, herkes farkındadır.
Devamlı bir şeyler kaybederiz veya bir şeylerin kaybolduğuna şahit oluruz.
Hüzün bunlara verdiğimiz tepkidir ve insan olmanın bir sonucudur.
İnsan var olduğundan beri bilinen ve böyle anlaşılan bu durum son zamanlarda dünya çapında bir ruh hastalığı haline getirildi.
Hüzün isim değiştirerek “depresyon,” nitelik değiştirerek hastalık oldu.
Bu başkalaşım herhangi bir bilimsel buluşa değil arkasında muazzam para gücü olan bir pazarlama stratejisine dayanıyor.
Bu stratejinin iki ortağı var: Daha çok mal satmak isteyen ilaç şirketleri. Ve tıbbın en az bilimsel dalı olan, diğer dallar gibi ilaçla tedavi edebilen bir disiplin haline gelmek, ciddiye alınmak isteyen psikiyatri.
Psikiyatri, sadece depresyonu değil, insan olma durumunun doğal sonucu olan birçok hali hastalık sınıfına sokarak ilaç endüstrisine yardımcı oldu. İlaç endüstrisi de bu hastalıklara, tedavi etme yeteneği tartışmalı, ilaçlar uydurarak psikiyatriye. Bu çıkar buluşmasının sonucu yeryüzünün psikiyatrik ilaca boğulmasıdır.
Antidepresanlar dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de en çok satan ilaçlar arasına girdi. Hastalık olmayan bir durum müthiş ağır yan etkileri olan ilaçlarla “tedavi” ediliyor. Bu çağımızın en büyük aldatmacalarından biri, muska yazmaktan beter bir şarlatanlıktır. Hiç olmazsa muskanın yan etkisi yok.
Bir psikiyatristin normal insanlık hali olan hüzün için ilaç yazması bir cerrahın hasta olmayan bir uzvu sırf para kazanmak için ameliyat etmesinden farklı değildir.
Kişi için, normal hüzün durumlarında, hayatın günlük streslerine karşı antidepresan kullanmak tedavi değil hastalık aramaktır. Tırnağı kesmek yerine parmağı kesmek gibi bir akılsızlıktır.
Bu ilaçların büyük bir bölümünün parasını ödeyen Sosyal Güvenlik Kurumu için ise gerçek bir israftır.
“Ömrümün hulasası, üç sözden fazla değildir. Ham idim, piştim, yandım,” diyor büyük hayat ustası Mevlana.
Bu sözler insanın başlangıçta ham olduğunu “ateş üstündeki tencere gibi ıstırap duyup,” sayesinde olgunlaştığı bir süreçten geçmesi gerektiğini anlatıyor.
Mevlana, bugün yaşasaydı, Prozac milletinden olmazdı. Çünkü hüznün, neşe ve sevgi gibi, insan olmanın ayrılmaz bir parçası olduğunu, daha olgun bir insan olmak için yaşanması gerektiğini bilirdi.
Değişen bir şey yok. İnsanın doğası Mevlana’nın yaşadığı On Üçüncü Yüzyıl’dan bu yana değişmedi.
İnsanın kişiliğini zenginleştirmesi, gereksiz yere antidepresan alıp çok uluslu ilaç şirketlerini ve psikiyatristleri zenginleştirmesinden bin kat iyidir.