28 Ocak 2012 Cumartesi

BEYİN NASIL ÇALIŞIR?

METİN MÜNİR

Beyinde milyarlarca sinir hücresi vardır. Olağanüstü karmaşık ağlar oluşturan bu hücreler birbirleriyle sürekli ilişki halindedirler.

Tipik bir hücrenin tel tel uzantıları vardır. Hücre bu uzantılar aracılığıyla diğer hücrelere sinyal yollar ve onlardan sinyal alır.

Bu sinyallerin, yollanıp alınırken, hücreleri birbirlerinden ayıran minik boşlukları aşması gerekir.

Bir sinir hücresi bir başka sinir hücresi ile ilişki kurmak istediğinde bir kimyasal salgılar. Bu kimyasal iki hücre arasındaki boşluğu geçer ve diğer sinir hücresine tutunur. O hücreyi faal hale getirir veya faaliyetini engeller. Daha sonra yollayan hücre kimyasalını geri alır veya kimyasal metabolize edilir.

Bu mekanizma gözlemlendikten sonra bir tez ortaya atıldı: Dendi ki depresyon, şizofreni, bipolar, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi bozukluklar beyindeki bu kimyasalların anormalliğinden, dengesizliğinden meydana gelir - TİRE dopamin adlı kimyasalın azlığı şizofreniye neden olur, serotonin azlığı ise depresyon nedenidir.

Konumuz depresyon olduğu için serotonine yoğunlaşmak istiyorum. Gerçekten, yaygın olarak iddia edildiği gibi, depresyon serotonin eksikliğinden mi meydana gelir?

Beyindeki serotonin miktarı artırıldığında depresyon sona erer mi?

Her iki sorunun cevabı da hayırdır.

Bir defa, araştırmalar depresyon bozukluğu geçirenlerin sadece yüzde 25’inde serotonin eksikliği olduğunu gösteriyor. Bir an serotonin eksikliği hipotezinin doğru olduğunu var saysak bile bu depresyon bozukluklarının sadece dörtte birinin nedenini açıklayabilecektir.

Geriye kalan dörtte üçünün sebebi nedir?

Gelelim ikinci soruya. Antidepresan almak beyindeki serotonin oranını hemen yükseltir. Ama ilacın depresyon üzerinde etki yapması (eğer yaparsa, tabii), yani onu azaltması veya kaldırması, tipik olarak birkaç hafta sonra olur. Bundan çıkan sonuç ilacın serotonin miktarını yükseltmekten başka nedenlerle hastaya etki yaptığıdır.

Deneylerde, hayatında depresyon geçirmemiş kişilerin beyinlerindeki serotonin miktarı düşürülmüş ancak bu kişilerde en ufak bir depresyon emaresi görülmemiştir.

Açıkça görüldüğü gibi depresyonun “kimyasallarda bozukluk”tan meydana geldiği ya da “beyin hastalığı” olduğunu söylemek yanlıştır. Depresyona serotonin eksikliği neden olmaz antidepresanlar serotonini dengeleyip depresyonu tedavi etmez.

Antidepresanlar ve akıl bozukluklarına yönelik diğer ilaçlar genel beyin fonksiyonlarını etkileyerek etki yapar. Bazen yararlı olurlar, bazen olmazlar.

Neden bazen yararlı olup bazen olmadıkları bir muammadır. Bunda şaşılacak bir şey yok çünkü tedavi etmeyi hedefledikleri akıl bozuklukları da bir muammadır. Nereden, neden kaynaklanıyorlar, bilinmiyor.

Beyin sırlarını açıklamıyor. Psikiyatri bilinenlerin değil bilinmeyenlerin egemen olduğu bir tıp dalıdır. Psikiyatristler genellikle bildiklerini abartıyorlar. Önerdikleri ilaçların etkinliğini genellikle abartıp, yan etkilerini küçülttükleri gibi.

Ünlü psikiyatrist Daniel Carlat konuyu iyi özetledi:

“Modern psikiyatri budur: Sadece semptomları rehber alarak, neyi düzeltmeye çalıştığımızı tam kavramadan ve önerdiğimiz ilaçların nasıl çalıştığını tam bilmeden (hastalarımızı tedavi etmeye çalışmak).”

“Bütün ruhsal bozukluklarda depresyon, şizofreni, bipolar bozukluk ve anksiete bozuklukları bilgimizin cılız ışıkları cehaletimizin gölgesinde kayboluyor.”

27 Ocak 2012 Cuma

DEPRESYON: ÜZGÜNSENİZ NORMALSİNİZ

METİN MÜNİR

Bozukluk bir organın normal biyolojik görevini yerine getirememesidir. Kalp normal bir biçimde kan pompalayamazsa, böbrekler süzemezse, ak ciğerler normal iyi nefes alıp veremezse bozulmuş sayılırlar. Beynimizin çevrede meydana gelen olaylara verdiği reaksiyon olan duygusal tepkilerimiz de aynıdır.

Normal bir beynin kayıp karşısında verdiği tepki hüzün, yeis, kederdir. İnsanın neden hüzün duyduğu, bunun biyolojik fonksiyonunun veya faydasının ne olduğu bilinmemektedir. Bilinen, her insanın kayıp olaylarına hüzün duyarak tepki verdiğidir.

Parasını batıran tüccar, işsiz kalan bankacı, sevgilisini kaybeden liseli, seçimi kaybeden politikacı, artık başrol teklifi almayan yaşlanmaya yüz tutmuş aktör, üzüntü duyar. Bu ve benzeri kayıp durumlarına verilen hüzün tepkisi beynin fonksiyonunu yerine getirdiği, normal olduğunu gösterir.

Normal olmayan, kayıp veya herhangi bir başka neden olmadan meydana gelen hüzün veya, psikiyatrideki adı ile, majör depresif epizoddur. Bu beynin normal fonksiyonunu yerine getirmede başarısızlığa uğradığını, bir sorunu olduğunu gösterir.

Ancak modern psikiyatrinin depresyon tarifi normal hüznü depresyondan ayırt etmeyi zorlaştırarak - hatta gereksizleştirerek - insanlara zarar vermektedir. Tedaviye ihtiyacı olmayan milyonlar ilaca mahkum edilmektedir. İstisnalar dışında, uygulama psikologların her depresyon olayını bir beyin hastalığı olarak görmesi, ilaçla tedavi etmeye çalışmasıdır.

Bunun sonucunda antidepresanlar dünyada en çok satılan ilaçlar arasında girdi. Türkiye’de antidepresan kullanımında rekor artışlar var. Psikiyatristlerin müşterisi olmayı veya çocuklarını psikiyatristlerin müşterisi yapmayı düşünenlerin depresyon teşhisinde kullanılan yöntemin zaaflarının farkında olmalarında yarar var. Eğer tedavi yerine hastalık satın almak istemiyorlarsa.

Hayatın normal akışından kaynaklanan, insan olmanın bir sonucu olan, “nedeni olan” depresyonun üç özelliği var:

- Her zaman insanın uğradığı bir kaybın sonucu olarak ortaya çıkar.
- Kayba verilen tepki, kabaca, kaybın niteliği ile orantılıdır. Örneğin bir dersten bütünlemeye kalan üniversite öğrencisinin hissettiği çöküntü sınıftan kalan öğrencinin çöküntüsünden daha hafiftir ve daha az sürecektir. Aynen sevgilisini kaybeden ile sevdiğini toprağa gömen kişilerin duydukları çöküntünün farklı olması gibi.
- Belirtiler hüzün veren durum devam ettiği sürece devam eder. Durum düzeldiğinde sona erer. Zamanın geçişiyle ortadan kaybolur.

Hastalık olan depresyon bundan çok farklıdır. İçe işleyen yoğunluktadır, muazzamdır, kol kanat kırıcıdır ve - en önemlisi - kişinin hayatında meydana gelen veya gelmeyen herhangi bir durumla bağlantılı değildir. Ne kadar süreceği belli değildir. Tekerrür eder.

Nedeni olan ve olmayan depresyonu belirtilere bakarak ayırt etmek mümkün değildir. İkisinin de belirtileri aynıdır. Değişik olan gerçek depresyonun ne bağlamda ortaya çıktığının muamma oluşudur. Nedeni belli değildir. Arandığında, kişinin yaşamında depresyonu tetikleyecek herhangi bir üzüntü veya kayıpla ilgili bir olay bulunamaz.

Tersine, bazı kişiler terfi ettikten veya önemli bir ödül kazandıktan sonra depresyon krizine girdiğini anlatır. Bu tür depresyonlar kişinin hayatında ne olup bittiğinden bağımsız, başlar, sürer ve sona erer.

26 Ocak 2012 Perşembe

Depresyonda kimyasal dengesizlik efsanesi

METİN MÜNİR

Yaygın kanaate göre depresyonun nedeni beyindeki kimyasal dengenin bozulmasıdır.

Bu bir efsanedir. Kimyasal dengesizlik teorisini kanıtlayacak bilimsel bulgu yoktur. Aksine, tersini doğrulayan birçok araştırma mevcuttur.

Psikiyatrinin ecza yanı ile ilgilenenler “kimyasal denge” teorisini çoktan terk etti. Bu efsanenin hâlâ, doğru imiş gibi tedavülde dolaşmasının nedeni psikiyatrlardır. Onlar için bu, bugün değilse yarın kanıtlanacak kutsal bir doğrudur. Psikiyatrlar, “Kimyasal denge olayı yoktur,” demek, Kabe’de “Allah yoktur” diye bağırmaktan farksızdır.

Psikiyatrlar bu teoriye neredeyse inanmak zorundadır. Aksi takdirde hastalarını ilaç almaya ikna edemezler. Eğer beyindeki kimyasallarda bir dengesizlik, yoksa bu dengesizliği normalleştirdiği iddia edilen antidepresanlara ne gerek var?

Depresyon için tanı koydurucu herhangi bir laboratuar bulgusu yoktur. Röntgen, emar, termometre, tahlil gibi diğer doktorların emrinde bulunan araçlarla tespit edilmesi de mümkün değildir.

Bu bilimsel yetersizlik psikiyatride teşhis koymanın tarif üzerine yapılmasını zorunlu kıldı. Psikiyatride hastalık kıstaslarına, tarifine uyan hastadır, uymayan değildir.

Bu kıstasları koyan, neyin ruhsal bozukluk olduğuna karar veren, Amerikan Psikiyatri Derneği’dir. Derneğe bağlı doktorlar komiteler meydana getirir ve tartışarak hastalık belirler veya uydurur.

Bunlar Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı adlı kitapta derlenir ve Türkiye dâhil birçok ülkede, psikiyatrik hastalıkların teşhisinde tek referans olarak kullanılır.

Kitaba göre, depresyon bozukluğu (psikiyatrik adı ile majör depresif epizod) teşhisi konması için kişinin iki hafta boyunca aşağıdaki dokuz belirtiden beşine sahip olması gerekir:

1.  Depresif duygu durumu (yani aşırı keyifsizlik).
2.  Etkinliklere karşı ilgide azalma veya bunlardan eskisi kadar zevk almıyor olma.
3.  Kilo kaybetmek veya almak ya da iştahın artması veya azalması.
4.  Uykusuzluk veya aşırı uyuma.
5.  Düşünme, konuşma ve hareket etme sürecinin, hemen her gün, başkalarının da gözüne çarpacak kadar yavaşlaması.
6.  Yorgunluk veya enerji kaybı.
7.  Kendini değersiz hissetme, aşırı suçluluk duygusu duyma.
8.  Düşünme veya konsantre olma yeteneğinde azalma veya kararsızlık.
9.  Ölüm veya intihar düşünceleri veya intihara teşebbüs.

Sorun şu ki, bu belirtiler sadece klinik depresyon yaşayan (majör depresif epizod geçiren) kişilere has değildir. Olağan insanlık halleri dolayısıyla derin bir elem, keder veya üzüntü yaşayanlar da tıpatıp aynı belirtileri veriyor.

Bir psikiyatr sadece bu listeye bakarak hasta ile olmayanı ayırt edemez.

Nitekim çoğu zaman edememekte veya etmemekte, her iki durumda da ilaç yazmak için reçetesine uzanmaktadır.

Oysa eşi tarafından aldatılan, iflas eden veya işten kovulan birisinin hissettikleri yukarıdaki listeye ne kadar uyarsa uysun, ne anormaldir, ne de yersizdir.

Gerçek depresyonla insanlık hali kederleri gece ve gündüz kadar birbirinden faklıdır.

Ayrıntılar yarın...

25 Ocak 2012 Çarşamba

DEPRESYON: ÜZÜNTÜNÜN HASTALIK HALİNE GETİRİLİŞİ

METİN MÜNİR

Depresyon konusunda iki iddia var: Birincisi: Depresyon çağımızın en yaygın ruh hastalığıdır. Türk Psikiyatri Derneği (TPD) depresyonun toplumda görülme oranın yüzde 8-10 arasında olduğunu söylüyor. TDP’ye göre, 10 erkekten biri yaşam boyunca bir defa “depresyon hastalığına yakalanacaktır.” Kadınlarda risk çok daha yüksek. TDP’ye göre, her dört-beş kadından biri hayatında en az bir kez depresyon hastası olacak.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2020 yılında depresyon, kalp hastalıklarından sonra dünyada en sık görülen hastalık olacak.

İkincisi: Depresyonun en yaygın ruh hastalığı oluşu çağımızın en büyük yalanlarından biridir. Evet, depresyon geçiren bazı insanlar gerçekten hastadır. Ama bunlar azınlıktadır. Depresyonun yaygınmış gibi görünmesinin nedeni psikiyatri aleminin depresyonun tarifini hasta olmayan kişileri de içine alacak şekilde genişletmesidir. Bu genişleme tamamen keyfidir, bilimsel bulgular tarafından desteklenmemektedir.

Depresyon teşhisi konan insanların büyük çoğunluğu hasta değildir. Bunların yaşadığı klinik depresyon değil üzüntü, yeis, keder gibi insanlık halleridir. Bu haller patolojik bir bozukluktan kaynaklanmıyor. Kayıp, düşüş, düş kırıklığı gibi normal insanlık hallerinden kaynaklanıyor.

İlaç şirketleri ve psikiyatristler, para kazanmak saikı ile, bu tepkileri hastalık sınıfına soktu. Bu yüzden, çocuk büyük milyonlarca insan, hasta olmadığı halde, hasta muamelesi görüyor. Damgalanıyor. Hasta gibi tedavi ediliyor, antidepresan ilaçların ağır yan etkilerine maruz kalıyor.

Bu kargaşanın nedeni depresyon teşhisinde neredeyse 2500 yıldır başarı ile kullanan anlayışının terkedilmesidir.

Bu anlayışa göre, depresyon aynı emareleri gösteren iki değişik ruh halidir. Bunlardan biri normal hüzün veya “nedeni olan” hüzündür. Bu, insanın günlük yaşamda uğradığı bir kayba veya karşılaştığı derin hüzün veren duruma verdiği tepkiden kaynaklanır. Kötü bir hastalığa yakalanma, karşılıksız aşk, sınıfta kalma, iflas etme, eşi tarafından aldatılma, terfi edememe bazı örneklerdir.

Bunlara verilen tepki kendini derin ve acı veren bir hüzün olarak açığa vursa da insan doğasının gereğidir. Hastalık değil. Hemen hemen her zaman bir süre sonra, kendiliğinden geçer.

“Melankoli” veya “nedeni olmayan” depresyon olarak bilinen diğer durum farklıdır ve ta Hipokrat zamanından beri hastalık sayılıyor. Bu, kişinin durumu veya başına gelenlerle açıklanamayan depresyondur. Nispeten daha ender görülür. Daha derindir, daha uzun sürer, kroniktir, tekrarlanır.

Herhangi bir dış olayla bağlantılı olmadığı için, tarih boyunca, “nedeni olmayan” depresyonun bir iç bozukluktan kaynaklandığı var sayıldı.

“Nedeni olan” ve “nedeni olmayan” hüzün durumlarının belirtileri aynıdır. Her iki halde de kişi yoğun keyifsizlik, uykusuzluk, insanlardan uzak durma, iştah kaybı, normalde yapılan aktivitelere karşı ilgisizlik vesaire gibi şeylerden şikayet eder. Bu iki hali birbirinden ayırmak için kullanılan yöntem, hastayla konuşmaktır. Bu yöntem binlerce yıl değişmedi. Hekim, konuşarak hastasının durumunu, ortamını, geçmişini, başına ne geldiğini öğrenmeye çalışır ve teşhisini ona göre koyardı. Bu basit ama etkili ve zamanın testine dayanmış olan yöntem 1980’de, Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından, hiçbir bilimsel neden olmadan, terkedildi.

Psikiyatri normal üzüntüyü hastalık kapsamına aldı, nedeni bilinen ve bilinmeyen haller arasındaki ayrım ortadan kalktı. Konuşma terapisi neredeyse unutuldu, tamamen semptomlara bakılır, tedavi genelde sadece ilaçla yapılır oldu. Depresyon salgını diye sunulan şey aslında teşhis enflasyonudur.

YARIN: DEPRESYON TEŞHİSİNDEKİ SAKATLIK

DEPRESYON DİZİSİNİ HAZIRLAMADAN ÖNCE OKUDUĞUM KİTAPLAR:

* Anatomy of an Epidemic / Robert Whitaker
* The Emperor’s New Drugs / Irving Kirsch
* The Loss of Sadness/ Allan V Horwitz, Jerome C. Wakefield
* Doctoring the Mind/ Richard P. Bental
* Unhinged /Daniel Carlat
* De-Medicalizing Misery/ Edited By Mark Rapley, Joanna Mocrieff, Jacqui Dillon

21 Ocak 2012 Cumartesi

Hasta mıyım? İnsan mıyım?

METİN MÜNİR

Kırk yaşını birkaç sene önce arkada bırakmış olan kadın bir süreden beri çok hoşlandığı bir adamla çıkıyordu.

İlişki iyi gidiyordu. Mutluydu. Adam onu ailesiyle tanıştırınca evlilik hayalleri kurmaya başladı. Çok arzuladığı bir şeydi bu. Yıllarını işinde ilerlemeye ayırmış, erkeklerle ilişkilerinde evliliği ön plana çıkarmamıştı. Şimdi tam zamanı gibiydi. Hatta belki de son şanstı.

Ama, ilişki aniden sona erdi. Kadının tahmininin aksine, adam evlilik düşünmüyordu. Evlenmiş boşanmıştı, çocukları vardı. Kadın evlilik konusundan dem vurmaya başlayınca çekti gitti.

Kadın derin bir yeise kapıldı. Kendini yorgun, mutsuz, değersiz hissediyordu. İştahı kaçtı. Uyku uyuyamıyordu. İşte konsantre olamıyordu. Zaman zaman, iş çıkışı arkadaşları ile buluşmayı sevmesine rağmen, dışarı çıkmamaya başladı. Hayat ümitten yoksun, çorak bir belde haline dönmüştü sanki.

“Yataktan zor kalkıyorum” diye anlattı sonunda, gittiği psikiyatriste. Psikiyatrist ona depresyon teşhisi koydu. Antidepresan ilaca başlattı. Psikoloğa yolladı.

Üç ay kadar gitti geldi. Sonra başka bir adamla tanıştı. Yavaş yavaş neşesi yerine geldi. Hayatı normale döndü. İlacı ve psikoloğa gitmeyi bıraktı.

Sizce, kadın bir ruh hastalığı mı geçirdi? Yoksa normal bir insanlık hali mi idi yaşadığı?

Kadın Milattan Beşinci Yüzyıl’da yaşamış olsa ve Hipokrat’a gitse, modern tıbbın babası Yunanlı ona, İstanbullu psikiyatristin yaptığı gibi depresyon teşhisi koymayacaktı.

"Hasta değilsin. Derin bir kayıp, üzüntü hissi duyuyorsun. Normal bir insanlık halidir bu. Birkaç ay sonra bir şeyin kalmaz” diyecekti.

Tam bu kelimeleri kullanmayacaktı, tabii. Ama kadına kesinlikle hastalık veya bozukluk teşhisi koymayacaktı.

Bilindiği kadarıyla, Hipokrat depresyonu ve belirtilerini ilk doğru tarif eden kişidir.(*) Bu tarife göre depresyon “nedeni olan” ve “nedeni olmayan” depresyon olarak ikiye ayrılır. “Nedeni olan” depresyon malum insanlık hallerinin sonucu olarak meydana gelir, zaman içinde, üzüntünün nedeninin ne olduğuna bağlı olarak, azalır ve kaybolur. Sevgilisi tarafından terk edilmek, eş tarafından aldatılmak, ağır hastalık teşhisi konmak, işlerin kötü gitmesi, üniversite sınavını kazanmamak, “nedeni olan” depresyon hallerinin bazılarıdır.

Eskilerin “melankoli” dediği “nedeni olmayan” depresyonda ruhsal çöküntünün hangi sebepten kaynaklandığı, ne kadar süreceği bilinmez. Ve tekrarlanır.

Depresyon tedavisinde, olağanüstü bir tutarlıkla, 2500 yıl boyunca bu ayrım kullanıldı. Ta 1980’e gelinceye kadar. Bu tarihte, dünyadaki bütün psikiyatristler tarafından izlenen Amerikan Psikiyatri Derneği, iki değişik depresyon arasındaki ayrımı keyfi bir şekilde kaldırdı.

Belirli belirtileri gösteren herkesi, depresyonun nedeni bilinsin, bilinmesin, hasta saydı. Normal insanlık hallerinden dolayı derin yeis içine düşenler, gerçek klinik depresifler gibi hasta muamelesi görmeye başladı.

Çok zaman geçmeden depresyon kalp hastalıklarından sonra dünyadaki en yaygın hastalık ilan edildi. Psikiyatristler, insan olmaktan başka sorunu olmayan milyonlarca insanı hasta muamelesi yapmaya başladılar, ağır yan etkileri olan ilaçlara abone etiler.

Bu değişiklik bilime mi dayanıyor? Yoksa sırf psikiyatristler ve ilaç şirketleri daha çok para kazansın diye mi yapıldı? Bilimsel araştırmalar neye işaret ediyor? Klinik depresyonun nedeni biliniyor mu? Depresyonun nedeni beyindeki kimyasalların dengesinin bozulması mı? Beyin nasıl çalışır? Depresyona en iyi gelen şey nedir?

İlgilenenler gelecek hafta çarşambadan başlayarak depresyon konusunda hazırladığım bir dizide cevapları okuyabilir.

* The Loss of Sadness/ Allan V. Horwitz & Jerome C. Wakefield