19 Ağustos 2011 Cuma

Türkiye antidepresanda rekora koşuyor

METİN MÜNİR

Son altı yıl içerisinde Türkiye’de antidepresan ilaç satışları yüzde yetmiş oranında arttı.

İlaç endüstrisinden aldığım verilere göre 2005-2010 yılları arasında satışlar 20 küsur milyon kutudan 34 milyon kutuya yükseldi.

Bu, aynı dönemde toplam ilaç satışlarında meydana gelen artışın iki mislidir.
Ne oluyor? Ülkede ruh hastalıkları salgını mı var?

Cevap, soruyu kime sorduğunuza bağlı.

İlaç endüstrisine göre, son yıllarda sağlık reformları daha çok insanın ilaç ve sağlık hizmetlerine ulaşmasını sağladı. Doktora gidemeyen veya ilaç alamayan ruh hastalarına yol açıldı. İlaç satışları bu nedenle arttı.

Bu pek inandırıcı bir açıklama değil.

Eğer ilaç kullananlar artıyorsa, iyileşenlerin de artması, dolayısıyla yıllar içinde ilaç kullanımının azalması gerekir. Ama tam tersi oluyor.

Artışın iki esas nedeni var. Birincisi endişe, depresyon ve benzer hastalıkların tanımının birçok ruh halini kapsayacak şekilde genişletilmesidir. İkincisi, sinir hastalıklarının tedavisinde en son düşünülecek şey olan ilacın ilk başvurulan çare haline gelmesidir.

Bunda ilaç firmalarının doktorlara sağladıkları teşviklerin büyük katkısı var.
Oysa salt hap ile tedavi çağdışı bir tedavi yöntemidir.

Son görüşlere göre, ilaç psikolojik hastalıkların tedavisinde yeterli değildir. Bazı düşüncelere göre hiç işe yaramıyor. Bazılarına göre ise düpedüz zararlıdır. Hastanın psikanalize tabi tutulması, yeni bir hayat perspektifi kazandırılması gerekir.

“Bunu yapmazsanız ilaç hiçbir işe yaramaz” diyor deneyimli bir psikiyatrist. “İlacı kestiğiniz anda hasta eski haline döner.”

İlaç vermek doktorun işine geliyor. “On dakikada teşhisini koyuyor, ‘al bakalım ilacı’ diyor. Ne kadar çok hasta bakarsa o kadar çok para kazanıyor. Ne kadar çok ilaç yazarsa ilaç şirketlerinden çıkarı da o kadar büyük oluyor.”

Doğru yol hastanın sorunu ile başa çıkması için aletler veren psikoterapidir. Psikoterapi hastanın sorununun nereden kaynaklandığını bulmak ve ona bu sorundan kurtulmasını öğretmek sanatıdır. “İlaç son duraktır” diyor konuştuğum bir psikolog.

Ama sigorta psikoterapiyi karşılamıyor. Birçok hasta para ödemek istemiyor veya ödeyecek durumu yok.

Genel olarak bilinenin ruh ve sinir hastalıklarının beyindeki kimyasal dengenin bozulmasının sonucu olduğudur. Bunun böyle olduğuna dair bilimsel kanıt yoktur.

Bugüne kadar yapılan hiçbir bilimsel araştırma ruh hastalıklarının beyin kimyasallarının bozulmasından kaynaklandığını kanıtlayamadı.

Dünya doktorları için neyin ruh ve sinir hastalığı olduğunu tayin eden Amerikan Psikiyatri Derneği’dir. Bu kuruluş her birkaç yılda bir kısaca DSM diye bilinen bir Akıl Bozukluğu Teşhis ve İstatistik El Kitabı yayınlar. Bu kitapta hastalıkların listesi ve nasıl teşhis edileceği yazar. “Hastalıkları” bilimsel verilere göre değil, belirtilere ve gözlemelere göre tespit edilir.

Her yeni baskıda yeni hastalıklar var. 1970’lerde 182 “ruh hastalığı” varken 2000’de bu sayı 365 oldu. Yakında yayımlanacak yeni baskıda birçok yeni hastalık olacağı da konuşuluyor. Okuduğuma göre utangaçlığın bir ruh hastalığı olarak sınıflandırılması düşünülüyor.

Türk doktorları bu listeyi tercüme ettirdi. Teşhis ve tedavilerini ona göre uyguluyor.

Yani, sadece ilaçları ithal etmiyoruz. Hastalıklar da dışarıdan geliyor.

Türkiye’de psikiyatri, büyük oranda, Amerikan Psikiyatri Derneği’nin ve yabancı ilaç şirketlerinin dümen suyundadır.

Hastaları haptan, onları bu boyunduruktan kim kurtaracak?

18 Ağustos 2011 Perşembe

Panik atak hastalık mı, ruh hali mi?

METİN MÜNİR

Havva (bu onun gerçek adı değil) ilk panik nöbetine yeni satın aldığı evine taşındığı gece tutuldu.

“Taşınmak istemiyordum” diye anlattı. “Kiralık bir katta oturuyordum ve mutluydum. Odalardan, pencerelerimden görünen manzaradan memnundum. Ama bir gün gelip kira ödeyemeyecek duruma düşmekten korkuyordum. Onun için kelepir bir ev bulunca satın aldım ve taşındım. Ama evden nefret ettim. Köyün ortasında, diğer evlerin arasında, içe dönük bir evdi.”

Geceleyin aniden uyanmış. Şiddetli bir endişe hissediyormuş. Nefes almakta zorlanıyormuş. “Boğuluyorum sandım” diye anlatıyor.

Birkaç saat sürmüş bu durum. Sonra yatışmış ve yeniden uykuya dalmış.

O günden beri birkaç ayda bir panik atakları yaşıyor.

Havva yalnız yaşayan bir kadın. Yaşayan tek akrabası kız kardeşi, o da başka bir ülkede yaşıyor. Eve taşındığında ellilerinde idi. Aradan sekiz sene geçti.

“Gündüzün o kadar büyük sorun değil” diyor. “Etraf aydınlık, ortalıkta insanlar var, kendini meşgul edecek şeyler buluyorsun. En kötüsü geceler. Yatakta uzanmış şunu bunu düşündüğün anlar.”

Evine, hâlâ çok sevmese de, alıştı. Şimdiki panik nöbetlerinin nedeni gelecek korkusu, parasız kalma endişesi. Mevsimsel, düzenli gelir getirmeyen bir işi var. Ya hiç iş gelmezse? Kendine bakmaya aciz hale gelecek kadar yaşlanırsa?

“Bankada biraz param var ama...” cümlesinin sonunu getirmiyor.

Sorununu çok güzel tarif ediyor. “Paniğe dönüşen had safhada endişe. Bir ruh hali. Bir çığırından çıkma durumu.”

Duraklıyor. Ona, içinde elma suyu ikram ettiğim bardağının dibini inceliyor.

Bir defa doktora gitmiş bu şikâyetle, o da babası öldüğü zaman. Sürekli ağlıyormuş. Doktor ona antidepresan yazmış. Bir süre kullandıktan sonra bırakmış.

“İlaç kendimi iyi hissetmemi sağlamadı” dedi. “Kendimi donuk ve inik hissettim. Beni yavaşlattı. Duygularımı bastırdı ama ortadan kaldırmadı.”

Havva doktora gitse ona büyük bir olasılıkla gene ilaç yazılacak. Çünkü onu sınıflandıracaklar. Birkaç defadan fazla panik nöbeti geçirdiği ve yeni atakların korkusu içinde yaşadığı için “durumu kronikleşmiş” diyecekler. Sizinki, diyecekler, panik atak değildir. Panik bozukluğudur.

Gelsin hap.

Ama gerçek şu. Her ne kadar adına hastalık dense ve hapı olsa da panik atak bir hastalık değildir. Amerikan Psikiyatri Derneği (APA) tarafından yapılmış bir hastalık tarifidir.

Panik atak denilen şey insanın, endişelerinin, onu kündeye getirip gırtlağını sıkmasına izin vermesidir. Herkesin başına gelebilir. Yeryüzüne bunu geçirecek ilaç yoktur.

Panik atağın hastalık olmadığının bir kanıtı daha var.

“Bir yerden eline bir milyon dolar geçse gene panik atak yaşar mısın?” diye sordum Havva’ya. Uzun uzun düşündü. “O halde, gelecek endişesi ile ilgili panik atak yaşamam söz konusu olmaz” dedi kelimelerini dikkatle seçerek.

Bir milyon dolar panik atağı tedavi eder ama kanseri edemez. Çünkü biri gerçek bir hastalıktır, diğeri değildir. Ona psikiyatristin hapı değil psikoloğun koltuğu gerekir. Çünkü hap tedavi değildir. Aşırı endişe içinde olan kişinin ihtiyacı olan sempati, güven ve anlayışın yerine geçmez, olgunlaştırmaz.